Hayatta emin olduğum bir şey varsa o da kesinlikle hücre hapsi şeyini sevmemem.
Yani kim sever ki? Gerçekten çok çok çok çok çok sıkıcı. O kadar sıkıcı ki bunu kelimelerle anlatamam bile.
Şu an cezalandırıldığım için mi burdaydım merak ediyordum. Konferans odasındaki küçük kazamdan dolayı olduğunu tahmin ediyorum. Orada olanlar kesinlikle istediğim şekilde gitmemişti. Çünkü öncelikli olarak, tamamen duvarları beyaz olan bir odaya hapsoldum. Kesinlikle orijinal planımda bu yoktu. Ve ikincisi, kolumu kesinlikle camın içinden geçirmeyi de planlamıyordum. O kararı verdiğim anlık saniyede muhteşem bir fikir gibi görünmüştü.
Ama kesinlikle muhteşem bir fikir değildi.
Acıtmıştı.
Aslında hala acıtıyordu. Sağ elim olması da durumu daha da zorlaştırıyordu. Sağ elimi ne kadar çok kullandığımı daha yeni fark ediyorum. Ayrıca ağrının alevlenmesi sağ elimle yaptığım en ufak bir hareketle gerçekleşiyor.
Bandaj kolumun yarısından başlayıp eklemlerime kadar devam ediyor. Sadece parmaklarım açıktaydı. İşin iyi yanı ellerinden beyaz lazer çıkan bir süperkahramanmış gibi davranabiliyordum.
Evet, burada sıkılmak gerçekten çok kolay ve böyle şeyler hayal etmeme sebep oluyor, sorgulamayın.
Ama anlamadığım şey de buydu. Burası akıl hastanesi değil mi? Ve bildiğim kadarıyla işleri bizi mental olarak iyileştirmek. O zaman neden hücre hapsi vardı? Birini hiç penceresi ve kapısı olmayan bembeyaz bir odaya kapatıp mutlak yalnızlığa mahkum etmek nasıl yardımcı olacaktı? Günlerdir kimseyi görmüyordum, belki de haftalar bilmiyorum burada zaman kavramı işlemiyordu. Yani evet, Bir akıl hastanesinde hücre hapsi odasına sahip olmanın amacının kesinlikle proaktif olmadığını düşünüyorum. Hatta sanki insanları daha da delirtmek için tasarlanmış gibi.
Neden beyaz rengi seçtiklerini merak ediyordum. Kimden çıktı bilmiyorum ama kesinlikle kötü bir fikirdi. Beyaz çok rahatsız edici bir renk. Yani bu odadaki tek renkli şey benim koyu kahverengi saçlarımdı. Aslında biraz komik de. Oda o kadar beyaz ki saçımın tek bir teli bile kızlar soyunma odasında duran bir erkek gibi göze çarpıyor. Bence insanları daha çok delirten şey kesinlikle beyaz renk. Soluk pembe ya da mavi olsaydı belki rahatlatıcı olurdu ama hayır, illa beyaz kullanmak zorundaydılar.
Yataktan inip biraz dolaştıktan sonra yere uzandım. Tavanı izlemeye başladım. Tavanda sayabileceğim garip işaretler bile yoktu. Her şey dümdüz beyazdı. Boş durmak bana göre değildi, her zaman ya resim çizer ya da bir şeyleri izleyip onun hakkında düşünürdüm. Bu hapiste geçirdiğim son birkaç günde, ya da haftada, bu odadaki her minik şey hakkında düşünülebilecek her şeyi düşündüm.
Kapının nerede olduğunu merak ediyordum. Bana yemek verdikleri küçük bir boşluk vardı ama oraya kolum bile sığmazdı. Duvardaki dolgu herhangi bir boşluğu ayırt etmeyi imkansız hale getiriyordu. Belki bana bir daha yemek getirdiklerinde ne zaman çıkacağımı sorardım. Ya da direkt odaya sorarım. Beni görebildiklerini biliyorum. Tuvaletin üst köşesinde gizli bir kamera vardı. Yani gizli olması gerekiyordu ama orda olduğunu biliyordum. Beni duyabiliyorlar mıydı emin değilim ama.
Kamerayla konuşmayı daha önce denemiştim. Elimin ne kadar acıdığını ve birkaç ağrı kesicinin bir işe yaramadığını anlattım. Sonra hangi günde olduğumuzu sordum, kaç gündür burada kaldığımdan haberim olmadığını, daha sonra da çıkmak istediğimi söyledim. Bir daha gitmemem gereken yere gitmeyeceğime bile söz verdim. Yalvarmak için diz bile çöktüm.
Cevap vermediler tabi.
Bu kamerayla konuşma denemesi 10 yemek önce olmuştu. Tahminimce 5 gün ediyordu. Şimdi de dikkatlerini çekmek için kendimi aç bırakmaya karar vermiştim. Duvardaki boşluktan gelen tepsiyi aldım. Üstünde duran bardaktan bir yudum su içtikten sonra tepsiyi odanın en uzak köşesine bıraktım. Diğer öğünde ise tepsiyi köşeye fırlatmak yerine yemekten kale inşa etmeye çalıştım. Mimarlık oyunum fazla uzun sürmemişti. Karnımın açlıktan ağrıdığını hissediyordum ve başım dönüyordu. Bu yüzden yemekle oynamayı bırakıp yatağıma döndüm. Çok geçmeden uyuya kalmıştım.