bölüm on yedi; en güçlü olmak

52 9 16
                                    

İnsan elindeki en güzel şeyleri kaybetmeden önce kendisini çok önemli görür. Genç kadın da korkusuz bir asker gibi kendisini tanıttığı annesini kaybedince anlamıştı aslında ne kadar ucuz bir hayatı olduğunu. Oysa ne kolaydı değil mi alıştığı ölümler için yetimlerin başını okşamaya. Halbuki onun başını okşayan parmaklar ve sıcak dokunuş yoktu ama o da yetimdi. Yaş önemli değildi bu konularda. O henüz anne sevgisine doymamıştı, doyamazdı da. O annesinin kızıydı. Annesinin kuzusuydu. Çekip gitmek, kalanın da bunu unutması bu kadar kolay mıydı ki o da kolayca unutsun bir şeyleri. Aklında belli belirsiz çocukluk anıları dolanıyor, dolanan anılar gözlerine yaşlar serpiyordu.

Genç kadın acısının onda değiştirdiği bir şeyleri yavaş yavaş fark ediyordu. Artık Hera değildi. Uzun zamandır Hera değildi. Birlikte Yuzi dışında kimse ona ismiyle seslenmezdi. Hoş gel gör ki Yuzi şuan bir karış toprağın altında üstünde çiçekler yeşertiyordu.

Kayıp vermek kolaydı ama kayıplara saygı duymak zordu. Hera yaptığı hataların farkındaydı. Bolca insan kaybetmek onu sinirli bir insan yapmıştı. Artık gülüp geçtiği şeylere gülemiyor yeri geldiği zaman sevdiği adamı suçluyordu. Çok günah işlenmişti bu surların içerisinde, onun ayıbı hiçbir şey demekti.

Elindeki çay fincanını sıktı ve ileride oturan silüete doğru adımlamaya başladı. Bir kaç büyük adım ve tekleyen kalbiyle yanına varmıştı. Güzel koku burnuna yayılırken elindeki çayın tüten dumanı ellerini yakmaya başlamıştı bile. Kızaran avuçlarının içerisindeki çayı masaya bıraktı. Ona dönen bir çift gözü hissetse bile bakmadan önündeki sandalyeye kuruldu. Gökyüzüne baktı, güneşe baktı. Hissedeceği sorumluluktan kaçırdı gözlerini. Yeniden aksınlar omuzlarını ıslatıp yüküne yük katsınlar istemedi.

Levi ise karşısındaki kadını dikkatlice izledi. Gözlerini ona dikmekten ve onun yaptığı hareketleri sorgulamaktan bir saniye bile çekinmedi. Karşısındaki kızda bir kaç değişiklik vardı. Bembeyaz teniz hafif hasar almıştı, uzun saçları ise kısalmıştı. Eskiden beline gelen saçları şimdi omuzlarına dökülüyordu. Meraklandı Levi. Kısalan saçların hikayesini merak etti.

"Saçlarına ne oldu?" diye düz bir biçimde sordu. Soğuk ses tonu Hera'nın kalbinden hızla yarık açarak ilerledi ama cevap vermekten de vazgeçmedi.

"öyle olması gerekti." sesi gibi baygın bakışlarını ben çok yorgunum dercesine dikti önündeki siyahlara.

"Neden öylesine bir cevap sunuyorsun asker? Aile sevgisi neymiş bilmediğim gibi saçlarını da mı anlayamam yoksa." sert ses tonunun aksine sorgulayan bir ses tonu dökülmüştü adamın dudaklarından. Biraz daha sıcaklamış ses tonu bu sefer kadını yaralamadı komple öldürdü. Çünkü bir kez daha anladı kadın, dilinin sertliğine mühür vurmalıydı. Kendi canının parçasını alındırmıştı kendine. Bu nasıl bir yük? Nasıl bir imtihandı. Kırpıştırdı gözlerini bir süre ve yavaşça dudaklarını ıslattı.

"Saçlar anıları saklar Levi. Saçlar annemin örgülerini saklar. Saçlar babamın kırıklarını saklar. Saçlar ailemi saklar. Saklanan anılar ailemi yaşatır. Yaşayan ailem beynimde nefes aldıkça onlara doyamayan kalbim iflas eder. İflas eden kalbimi kurtaramam Levi. Güçlü değilim senin gibi. Bir saat sonra yaşayacağımın yeminini sana veremem. Sende bana mutlu son anlatamazsın. Giden sadece saçlarım değil Levi. Anneme vedamdır."

Levi hafifçe tebessüm sundu karşısında oturan askere. Aslında çok güçlüydü bu asker. Bir zamandır biliyordu Hera'yı. Devlerin yanında titreyen dizleri olsa bile asla kaçmamıştı. Ekibinin çoğunun ölümünü izlemesine en sevdiği askerin cesedine onay verse bile kaçmamıştı. Onu hiç ölünün arkasından ölmek isteyen dileklerle de yakalamamıştı. Çok güçlüydü bu kadın. Levi'den bile güçlüydü.

Levi annesini kaybedince ölmek istemişti. Ne dayısı umrundaydı ne başkası. Hoş ailesi yoktu ama anneler yuva kurmak için yeterdi. Levi uzun zaman önce yuvasını taşlamıştı. Kurtulduğu delikteki kardeşlerini de toprakta yaşatmıştı. Bazen en güçlü olmak güçsüzlük demekti. Boynunda biriken sorumluluklar ve kayıplar belinde kambur oluşturmuştu ama etrafındaki herkes görmemeye yemin etmiş gibiydi.

Tebessüm etti Levi genç kadına çünkü ilk defa birisi ona sesini yükseltebilmiş ve yanına gelip korkmadan sorunları çözmeye çalışmıştı. Hoşuna gitmişti bu hareket ama neden gitmişti bilmiyordu.

"Biliyor musun Hera bir sürü anı ölür. Çünkü büyüdükçe beynin onları tozlu raflara kaldırır. Anılar yaşanır ve yaşandıktan belli bir süre sonra sen hatırlamak isteyene kadar yaşar. Sen kendi aileni unutmak istedin ama ben senin yüzünden annemi unutamıyorum. Bembeyaz tenine dökülen siyah saçların. Kimi zaman kızaran yanaklarının pembeliği. Hafif çekik gözlerin ve dolgun dudakların. Sende benim annem yaşıyor Hera. Artık senin de korkmana gerek yok. Senin de yaşaman için seni koruyacağım. Evet sana bir şeyler için söz veremem fakat uzunca bir süre seni yaşatacağıma yemin edebilirim." 

Hera duyduğu sözlere karşı cevap veremedi donuk ifadesi ve hafif kızarık gözlerini kırpıştıran yüz ifadesi konuştu onun yerine. Levi bir sürü laf seçti o bakışlarda. Bir sürü anı yakaladı. Bir sürü olay buldu. Çekti kopardı hepsini o bal rengi gözlerden bu kadar üzülmek o gözlere yeterdi. Bu kadar yıpranmak ona yeterdi. Beyaz tende süzülen gözyaşına kaydı gözleri hafifçe güldü kadının bu haline.

Kadın ise o güldükçe daha çok gözyaşı akıttı.
Adam güldükçe içi alev gibi yandı. Kendini tutamaz oldu. Karşısındaki dudaklarda nefes almak alevine su tutmak istedi. Zihnini okumuş olmalıydı Levi çünkü eş zamanda yumuşak dudaklarını dolgun dudakları örtmek için kullandı. Belki böyle dinerdi gözyaşları?

aşk bir kadını tutsak etmiş ağlarında,levi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin