Çağlayan Adliyesinden dışarı adımımı atar atmaz sanki yıllardır kapalı bir alandaymışım gibi gözlerim kamaştığı için sağ elimdeki kalın dosyayı zor bela gözlerime siper ettim. İçerisi bir nebze serin olsa da Eylül ayının nemli ve bunaltıcı sıcağı bende cinnet geçirme isteği uyandırırken, belimin tam ortasındaki boşluktan bir damla terin aşağı doğru kaydığını hissettim.
Duruşmalara girip çıkmaya alışmıştım ancak çıktıktan sonra sebepsizce başım ağrıyor ve ellerimdeki soğuk, donuk his gitmiyordu. Kendimi alışmış olduğuma inandırsam da alışmamış olduğumu biliyor ancak her meslekte belirli riskler olduğu konusuna düşünmeye yönelerek kendimi rahatlatma çabasında bulunuyordum.
Sağ ayağımın arkası, ayakkabı vurmadığı halde fena ağrıyordu ve topuklu ayakkabımın topuğuna yüklenmeme yol açıyordu. Kırılmasından korksamda risk alarak yavaş yavaş arkaya doğru yüklenmeye devam ettim. Adliyenin tam önündeki işlek yolda karşıdan karşıya geçmek için beklerken bu akşam ne yemek yemek istediğimi düşünüyordum, düşünmek istiyordum.
Bayağıdır güneşin altında karşıdan karşıya geçmek için beklediğimi fark ettiğimde biran bu kadar süredir ne düşündüğümü anlayamadım ve boş yola doğru bir adım attım. İnanılmaz acıyan sağ ayağıma çok yüklenmemeye çalışarak hızlı hızlı adımlarken kenarda park halindeki beyaz mercedesin ani gaz vermesi ve yola doğru uzanmasıyla birden ileri atıldım ve yanımdan geçen aracın siyah camlarına içeriyi göremesem bile kötü, sivri bir bakış attım. Kendimi kimseyle tartışamayacak bir halde hissettiğimden araca arkamı döndüm ve içimden "Zengin züppe, aptal." diye söylene söylene durağa doğru yöneldim. İstanbul'da her kötü araba sürenle kavga edecek olsam evin yolunu bulamaz hale gelirdim. Durağın sıcaktan yanmış, resmen ateş topuna dönmüş demir bankına halsizce oturdum ve 15 dakika sonra gelmesi beklenen otobüsü beklemeye başladım. Geçen arabalarla birlikte görüşüm hipnoz olmuş gibi geliyordu. Öğrenciyken tam bu saatte, bu durakta arkadaşlarımla birlikte dikilip, otobüs bekleyip, geleceğe ve mesleğe dair kurduğum o pembe hayalleri anımsayarak dudaklarıma bile vuramayan bir şekilde gülümsedim, sanırım. Hayatım rengini kaybetmiş, tamamen grileşmişti. Sadece siyah ve beyaz görüyor, ışığı fark edemiyordum. Daha da solmaya başladığı farkındaydım, değilmiş gibi yapıyordum.
Ofise dönmem, duruşmanın gidişatının nasıl bizim aleyhimize döndüğünü anlatmam, sebepsizce bana kızılması ve yapabileceğim bir şey olmadığını, adamın tanıkları son anda ikna ettiğini belkide para vererek gözlerini boyadıklarını anlatmamın ardından yine mesai saatlerini aşacak şekilde çalışmam sanki yıllar gibi geliyordu. Her günü bir yıl gibi yaşıyor, 25 yaşında olmama rağmen kendimi 50 gibi hissediyor ve sırtımdaki ağırlıktan kurtulamıyordum. Garip yanı artık hiç "dünü" hatırlamamamdı. Dün ne zamandı, ne yaptım, neredeydim, kiminleydim? Hiçbiri zihnimde yoktu. Sadece yaşıyor, bitiyor ve unutuyordum. Hem basit hem garip geliyordu.
Elimdeki boş kahve bardağını uzak sayılabilecek bir çöp kovasına fırlatıp diğer elimi çantamın içine soktum. Hiçbir zaman 2 dakikadan önce evin anahtarını bu savaş alanı çantanın içinde bulamazdım. El yordamıyla uzun arayışların ardından soğuk anahtar demirine parmaklarımın değmesiyle ensemde inanılmaz bir irkilme hissetmem bir oldu.
Aniden arkamı döndüm.
Kimse yoktu.
Sanki bir nanosaniye önce birinin tam enseme doğru nefesini vermek üzere olduğuna yemin edebilirdim. Sol elimi enseme atıp yavaşça ovaladım.
"Deliriyorum galiba."
Anlamsız esprime kendi kendime gülerek binanın kapısını açan anahtarı çevirdim. Eski, asansörsüz ancak yine de İstanbul'daki çoğu binadan iyi durumdaydı. Bugünlerde insanların bodrum katlara dahi binlerce lira kira verdiğini bildiğim için ev sahibimle ufak çaplı tartışmalara rağmen iyi anlaşmaya çalışıyordum. Zar zor geçinirken birde evsizlikle uğraşabileceğimi hiç sanmıyordum. İyice acımaya başlamış sağ ayağım beni yarı yolda bırakmadı, daireme vararak içeri girdim. Evin kapısını kapadım ve salona doğru ilerlemek için bir adım attım ki güçlü iki kol omzuma sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜEBBET
Teen FictionEvde biri olduğunu nasıl fark edememiştim? Nasıl bu kadar aptal ve kör olabilirdim? Ağzımı kapatan adamın eli hafif gevşeyerek çenemi kapalı tutmaya devam etse de canımı yakmayı kesti. Kalın ve nazik bir ses kulaklarımı okşadı. "Sizinle tanışabilece...