Bölüm 2

9 0 0
                                    

"Lanet olsun. Tamam."

Gülümsedi. "Güzel."

Masanın üzerindeki anahtarlı aldı ve kelepçeyi açtı. Kolumdan tutup masanın yanına götürdü. Elime bir anahtar ve telefon tutuşturdu. Sanki bir şeyleri biliyordu. Ya da ben öyle hissediyordum.

"Bu evimin anahtarı sana bir yer bulana kadar benle birlikte kalabilirsin. Bu da benim telefonum bana buradan ulaşabilirsin."

"ama..."

"Merak etme ben yenisini alırım." dedi ne diyeceğimi tahmin ederek. "Geldiğimiz araba binanın önünde, ona binip bana gidebilirsin."

"Araba sürmeyi bilmiyorum."

"Ah, özür dilerim. Carl'a söylerim merak etme. Evde görüşürüz." dedi ve bana kapıya kadar eşlik etti. Kapıyı açtığımda o hiç güven vermeyen Peter'in yüzü ile karşılaştım. Lanet okunası bir yüzü vardı. Hızlıca merdivenlerden indim ve kapının önünde duran o siyah ve son model arabaya bindim. Dediği gibi bir adam arabanın içinde beni bekliyordu.

Eve vardığımız da ise yavaşça indim ve cebime koyduğum anahtarı çıkarıp etrafa göz attım. Ufak bir villa gibiydi ön bahçede ufak yapay bir göl ve etrafında ağaçlar vardı. Yapay göl olmasına rağmen fazlasıyla doğal bir göl gibi duruyordu. Manzara buradan güzel gözüküyordu. Elimle saçımı karıştırdım ve elimdeki anahtarı sıkarak kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtım. Tam karşımda bir ayna vardı. Uzaktan yüzümü gördüğüm an donup kaldım. Ne kadar donup kalsam da fark etmiyordu çünkü yüzüm sanki haftalara buz altında kalmış gibi görünüyordu. Hem soğuk hem solgun ve mosmor. Göz altlarımdaki mor halkalara baktım. Cidden bir ölüyü andırıyordum. Alın beni bir zombi filmine koyun zombi diye oynatın. Belki de koskoca 22 sene boyunca tek bir hareket bile etmediğim ve yemek yemediğim içindi. Yemek dediğim an karnıma giren krampla irkildim. Lafa kolay 22 sene yemek yemediğim için bu doğaldı. Mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere doğru yürüdüm yerler tahta olduğu için ses çıkarıyordu. Mutfağa girdim, beyaz ve büyük ellerimi yıkamak için suyu açtım. Suyun değdiği yerler beyazlamaya başlıyordu. Deterjanı elime boşalttım. Ama senelerin kirliliği böyle geçecek değildi dayanamayıp banyoya girdim. Kapı girişinde olduğu gibi banyoya da kocaman bir ayna vardı. Üstümü çıkarmak için aynanın karşısına geçtim. Üzerimdeki siyah tişörtün rengi açılmaya başlamıştı. Bir çırpıda çıkarıp ondan kurtuldum. Vücudumda ufak yaralar vardı. Suyun altına girdiğimde o yaralardan kahverengi sıvılar akıyordu. Ne tür bir şeydi bu böyle? Sırtım ağrıyor ve bir o kadar da acıyordu. Uzun süre banyoda kalmış olmalıyım ki çıktığımda Alysia gelmiş ve yemek bile hazırlıyordu. Beni gördüğünde elindeki bıçağı bırakıp yanıma geldi.

"Nasılsın?"

"Daha iyi." dedim elimle saçımı karıştırırken.

"Hey yapma şunu!" bir an karşımda annemi gördüğümü sandım. Ama uzun sürmemişti. Acaba nasıldı yada yaşıyor muydu?

"Yarın senin için ayarladığım okula gidip seni kaydedeceğiz." dedi bıçağı eline alırken "Ve hafta sonu aldığım randevuya gideceğiz."

"Neden?"

"Ne neden?"

"Yani neden bana oğlunmuşum gibi davranıyorsun?"

"Bak Evan sana yardım etmek istiyorum, lütfen nedenini sorma" durdu "Sadece yarım etmek istediğim için ediyorum."

"Tamam. Okul işini nasıl yapacaksın. Daha kimliğim bile yok."

"O işi bana bırak."

"Ah, pekala" dedim ve yanından uzaklaştım, nereye gittiğimi bende bilmiyordum ama evde kaybolacak halim yoktu. Tamam her şeyi unutmuş olabilirim ama geri zekâlı olmadım. Bahçeye çıktığımda soğuk rüzgar ıslak saçlarıma vurmaya başladı. Üzerimdeki siyah tişört kahverengiye dönmüştü ama giyecek başka neyim vardı? Ceketimde Peter'in ofisinde kalmıştı. Hava soğuktu ben ıslak. Bahçedeki havuzun etrafında dönmeye başladım, bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum. Ama bu neredeyse imkansızdı. Neden hiç bir şey hatırlayamıyordum? Neden boş bir odada hiç bir şey yokmuş gibi uyanmıştım? Başım çatlıyordu, bu düşünmeme engel oluyordu. Ağacın altındaki sandalyeye oturdum. Boş gözlerle ve kafayla etrafı izliyordum. Hava soğuktu, ıslak saçlarıma vuran rüzgar tüylerimi diken diken yapıyordu. Ellerimi dizime koydum ve rahat oturmak için sandalyede kaydım. İyi hissetmiyordum ve bu hiç hoş bir şey değildi, burnumda ve boğazımda acı vardı, sanırım gelen yaşları tutmak için sarf ettiğim çaba yüzünden oluşan bir şeydi. Ama bu beni bozmadı, eğer yaşıyorsam bir nedeni vardı ya da kesin olmalıydı. Omuzumda hissettiğim kolla irkildim ve tüm o duygulardan çekip alan Alysia'ya baktım. Boş bir sandalye aldı ve yanıma oturdu. Üstündeki hırkasını parmak uçlarına kadar çekmişti.

"Evan, biliyorum senin için her şey zor ama ikinci bir hakkı kazandın belki de. Neden kilometreyi sıfırdan başlamayasın ki? Niye pes edip oturmak yerine bu olanların sonucunu bulmuyorsun? Eğer istersen çözemeyeceğin bir sorun yoktur. Bunu asla unutma."

Belki de dediği gibiydi ama olmayabilirdi de. "Belki de öldüm ve cennette bir dedektif olarak yaşıyorum?" güldüm.

Kahkaha attı ve ayağa kalktı. "Kesinlikle, bu da bir cevap." ellerimi tuttu ve içeri girdik. Gülmek biraz olsun iyi gelmişti.

Mutfağa geri döndüğümüzde çekmeceden çatal bıçak çıkardı "Orada yan gülümsemenle beni izlemek yerine masayı kurmaya yardım et."

Yan gülümsemek? Her neyse. Tezgaha çıkardığı şeyleri masaya koydum. Alysia bana şaşırmış biçimde bakıyordu. "Cennette dedektif olduğunu bilemem ama bir önceki hayatında belki de garsondun, hem de çok iyi bir garson." dedi gülerek.

Alysia iyi biriydi. Yani şu son günlerde ondan daha fazla hoşlanıyordum. Masaya oturduğumda karnımdaki sesler daha fazla artmıştı. Elime aldığım ilk şeyi ağzıma götürdüm. Aman tanrım! Mükemmeldi.

"Bu şeyin adı ne?" derken ağzımdaki lokmayı çiğniyordum.

"Tavuk." sesinde benim sesimin aksine monotonluk vardı.

"Tanrı aşkına mükemmel! Hayatım boyunca ilk defa böyle bir şey yiyorum." duraksadım "Yani ikinci hayatım boyunca."

"Lütfen şu ölüm yada ikinci hayat olaylarını bırakabilir miyiz Evan, beni sinir ediyorsun. Bir daha böyle bir şey duyduğumda seni bir anne gibi odana kilitleyeceğim."

Kurduğu cümlede tek bir şey dikkatimi çekmişti. "Odam mı var?"

"Evet odan var. Koltukta falan mı uyuyacağını sandın?" güldü "Ve sen 19 ben 37 yaşında olduğuma göre annen sayılırım. Ben ne dersem o. Anlaştık mı?"

"Evet." sesiz bir sesle devam ettim "sanki başka bir şansım varmış gibi."

"Efendim?"

"Hiç."

"İtirazın olmaması güzel."

Cevap vermedim ve tabağımda yemekleri bitirdim. Masadan kalkacağım sırada benle birlikte kalktı.

"Nereye?"

Kimse var mı diye etrafıma baktım "Lavaboya?"

"Bende seninle geliyorum, oradan odana geçeriz sana yemi kıyafetler veririm ve..." cebindeki kağıdı çıkardı "okulun hakkında konuşuruz."

"LANET OLSUN!"

Güldü ve önden yürümeye başladı. Ellerimi yıkadıktan sonra beni büyük bir odaya götürdü. Bayağı büyük bir odaydı. Lacivert ve kahverengi tonlara hakimdi. Tam ortada neredeyse 4 kişinin sığabileceği yatak, karşısında kocaman bir televizyon, oyun konsolları, sinema sistemleri vs. vardı. Televizyon ünitesi kadar büyük bir gardırop ve iki tane siyah deri puflar vardı. Ne çok kalabalık ne de çok boştu.

"Burası erkek kardeşimin odasıydı. Ama senelerdir gelmediği için boştu. En azından boş olmadığını bilmek hoş."

Alysia dolabı açtı. Bir eşofman altı ve tişört verdi. Fazla kıyafet yoktu zaten.

"Bir iki gün dolaptaki kıyafetlerle idare edersin. Boş olduğum bir zaman dışarı çıkar ve sana yeni kıyafetler alırız." yüzüme baktı ve yanıma yaklaşıp yüzümü ellerinin içine aldı. "Bana ne diyeceğin konusuna gelirsek eğer, istediğin hitap şeklini kullanabilirsin. Anne bile olur. Hatta daha iyi olur. Çünkü çoğu kişi senin kim olduğunu merak edecektir." ellerini çekti "Ve me zaman bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun." dedi arkasını dönerken.

"Alysia." dedim tam kapıdan çıkarken arkasını dönüp bana baktı.

"Her şey için teşekkür ederim."

Gülümsedi.

Verdiği kıyafetleri giydim ve kocaman yatağa yattım. Yarın farklı bir gün olabilirdi.

Lose Your MindHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin