"değiştir şunu babaanne ya, bu ne??" minho'nun sitemiyle kaşlarını çatan bayan lee, torununun sırtına yapıştırıverdi. "git odana, aygıtını oyna."
"aygıt değil o, telefon. cahilsin işte babaanne..."
"sus! ben kaç sene okudum biliyor musun sen? sizden de akıllıydım, tabii o zamanlar...."
başladı yine... hâlbuki kendi kaşındı. elinden kumandayı alıp televizyon seyredecekti güya, babaannesi biraz inatçı. bir de kulakları duymuyor, sesi de full açmaz mı....
"tamam, tamam. bak sen televizyonuna... işte benim stilim." umutsuzca kafa sallayıp iç çekerek, koltuğun kenarından sarkan ayaklarını salladı. zaten minho olmasaydı çoktan yatacaktı, inatçı olduğundan koltukta uyukluyor.
başını geriye atıp yanaklarını şişirirken, kapı zili salonun içinde yankılandı. kafasını kaldırıp ayağa kalkarken, şaşkınlıkl babaannesine seslendi. "babaanne! kapı çalıyor, birini mi çağırmıştın?"
"yok yavrum, kim ki?"
sallana sallana tahta kapıya gidip, açar açmaz gözlerini irice açmıştı. aniden açtığı kapıyla da karşıdakini korkutmuştu. "jisung?" boyluca onu süzüp en son yüzünde durunca, bu sefer iyice şaşırarak ona bir adım attı. "bu hâl ne lan... n'oldu??"
"sen hiç eski sevgilinle dövüştün mü?" dedi burukça gülerek. ardından minho da gözlerini kırpıp sinirle gülerek kafa salladı. "şaka yapıyorsun..." o da ensesini kaşıyıp, bunun şaka olmadığını belirtti mimikleriyle. sinirle dilini ağzının içerisinde gezdirip yutkundu minho. "içeri gel, babaanneme bir şey uydurup geliyorum."
kolundan tutup onu içeriye alırken, afallayarak odasına doğru adımladı jisung. minho da tekrar salona gidip uyuklayan babaannesini kontrol etti. "babaanne... babaanne... babaanne!"
"hmm?"
"gelen yokmuş. ben de odama geçiyorum, sen de yatağına yat. iyi geceler!" sessizce kafa salladığını görünce sıkıntıyla iç çekti ve arkasını dönerek odasına adımladı.
dudaklarını dişleyerek odasına girip kapıyı kapattı. yatakta yatan beden kolunu alnına dayamış, sakince duruyor. minho'ya deja vu yaşatan şey; onun bu odada olması tekrardan.
"changbin'den nefret etmeye başladım. senin kalbini kırması yetmezmiş gibi güzel yüzüne de zarar veriyor..." duyduğu ses ile yavaşça doğruldu jisung. odası yine aynıydı ve minho etkileyici kokuyordu. "onu bunu boş ver de... artık aramızda göz bandajı gibi bir engel yok," dedi elini tutarken. elini tutan gence gülümsedi minho ve yanına oturuverdi. "gerçekten iyisin değil mi? gerçi o kadar yara yok ama... acıyor mu?"
"acımıyor, merak etme. aramızdaki bazı hesapları ve sözleri kapattık, öyle yani." samimiyetle gülümseyince, biraz olsun rahatladı minho. ancak gözlerini endişeyle yüzünde gezdirmeden edemiyor, bu da jisung'u güldürdü. "beni mi özledin?" alayla sordu.
"aynen... dün konuşmamışız gibi özledim."
"niye? dün konuşulunca, bugün boş mu geçiliyor? her zaman beni özlemeni ve bana ihtiyaç duymanı isterdim," dedi dudaklarına bakarak. yan ağız gülüp birleşen soğuk ellerini ayırdı minho. "o zaman... sana her zaman ihtiyaç duyarım; çünkü beni güvende hissettiriyorsun."
dudaklarına uzunca bir öpücük kondurup geri çekildi hemen. jisung, sırıtan gence sinsice bakıp güldü. belinden hızla yakalayıp, kendisiyle birlikte yatağa attı. "sen beni öptün ve bunu devam ettirmiyor musun?" yakın olan yüzleri yüzünden kalbi hızla attı minho'nun. "hm... nasıl devamı gelir ki bunun?"
beline sardığı elini daha çok ona sardı ve dudaklarına baktı gülerek. "sen çok iyi biliyorsun."
"denemek lazım."