klozetin kapağını kapatmış, ayaklarını da kendine çekmişken kara kara düşünüyordu minho. bazen düşünceleri gözlerinin dolmasını sağlarken, bazen ise gülümsetiyordu, ancak bazen öyle bir derine iniyordu ki bağıra bağıra ağlayası geliyordu. ancak en sonunda anlıyordu ki... kimseyle konuşmak istemiyor.
çok fazla suçlu hissediyordu; jisung'un yüzüne bakamazdı bir daha. changbin'in teklifi zaten saçmayken, işin içine bir de suçluluk duygusu girmişti. hisler fazla kuvvetli, fazla uzun; acılar.
başını aniden kaldırıp terli yüzüne yapışan perçemlerini düzeltti. burnunu çekip, kendine çeki düzen verdikten sonra kapıyı açtı. açtığı gibi karşısında bir jisung duruyordu. "iyi misin?"
ona acıyan bakışlarıyla yüz kez ölüp dirilirken kapıyı tekrar kapattı yüzüne. kabinden çıkamayacaktı şimdi de.
"sorun ne??"
"git buradan, kimseyle konuşmak istemiyorum," aklına gelen şeyleri söylediğinde jisung daha da vurdu kapıya. "böyle yaparak kaçmanı istemiyorum ben de."
"jisung, seni istemiyorum şu an. yakınım da değilsin merak etme beni. rahat bırak." kaba olmaya çalışarak bağırdı. jisung da vurmayı kesti ve şaşkınlıkla baktı kapıya.
minho yüz ifadesini göremese de kırılmıştı jisung. zaten amacı da buydu onun, jisung'u kırmak ve uzaklaştırmak. yoksa şişenin dibini çoktan görürdü.
"sadece senin için endişelenmiştim ama sanırım senin için önemli değil," dedi kısık sesiyle. zar zor duyunca kalbi iyice yavaşlamıştı minho'nun, her şeyin boka döndüğünü hissediyor.
çıkmasını beklemeyip hızla koridora adımladı jisung. tabii ki aklı kalmıştı orada ancak şu anlık kendini düşünecekti, çünkü gururu vardı. yakınım değilsin... neydi o zaman? boşa mı kalbi hızlanıyordu?
-★★
"sonra ise felix geldi, ben de sadece benimle konuşur sandım ama temas etmesi falan o kadar hoşuma gitti ki... kusursuz biri, aşırı hoşlanmaya başladım." hyunjin kendi kendine konuşuyor, jisung'u görmeyenler şizofren sanıyor onu. "tabii jisung bey ne yapsın hyunjin'in aşk hikâyesini..."yine de jisung'tan çıt bile yok. en sonunda iç çekti ve onun baktığı yere baktı. minho'yu gördü ve sırıttı, aklındaki parçalar da oturuyor. "yalnız görünüyor," dedi jisung'a uyum sağlayarak.
yanındaki; göğsünde kollarını bağlamış, ayağını durmadan sağlayarak keskin gözleriyle minho'yu seyrediyor. minho belki de kafasının içinde kaybolmayıp, gözünü açıp etrafa baksaydı göz göze gelirlerdi.
"öldürecek gibi bakma bari çocuğa, yanlış anlar." hyunjin'in gülüşleriyle gözlerini kırptı jisung. "kusura bakma, dalgınım. felix ile olan aşkını sonra dinleyeceğim, söz." jisung'un konuşması ona samimi gelmediğinden kısa bir kafa sallamayla konuyu kapattı sarışın. "sorun yok."
ardından bakış açılarına changbin girmişti, hyunjin kıpırdanmasa göremeyecekti onu. "siktir lan." dıştan ettiği küfürle kaşlarını çattı sarışın, hiçbir şey anladığı yok. "jisung, ne boklar dönüyor aranızda amına koyayım? changbin, minho'ya bakıyor... sen, changbin'e?" hyunjin'in sorularını yanıtsız bırakmak istedi, o da henüz soruları çözemiyor.
öylece sinirle changbin'e bakmakla yetindi ve tekrar minho'ya döndü. bu sefer yanına jeongin gelmişti şaşırtarak, buna changbin bile şaşırmıştı. jisung'un işine gelirdi; sabah yakın olmadıklarını söylediğinde kırıldı, ama yine de onu kollamayı biliyor. changbin ona adım atmasın diye strese giriyor, yoksa elinden kayıp gider hissi kaplıyor onu.
"changbin buraya geliyor sanırım," dedi hyunjin sakince. uyarıyı alan jisung sıkıntıyla nefes aldı, bir türlü rahat edemiyordu ki... "changbin'i de, okulu da, aşkı da sikeyim yani."
changbin hiçbir sorun yok gibi geldi ve aralarına oturuverdi. hyunjin de bozuntuya vermeden kaymıştı yana. şimdi iki çift göz minho'nun üzerinde.
"gerçek yüzünü gördün mü bari minho'cuğunun?" hemen bir gülüş patlattı jisung araya, çünkü komikti; changbin gittikçe düşüyor her yerden... ne yazık ki. "cidden... inanılmazsın." ve hemen ardından da changbin sırıttı. "öyleyse kabul et, minho'ya acıyorsun."
o anda kafasını çevirdi jisung ve hyunjin ile aynı anda kaşlarını çattılar. yanlış anlamaması için de sakince sarışına baktı jisung, bu 'müsaade et' bakışıydı. "ben gideyim..." dedi ve alelacele gitti hyunjin de.
hyunjin'in gidişi changbin'i korkutmadı fakat baş başa kalmaları ve ona bu denli yakın olması sorunsuz gelmişti. "hyunjin de öğrenir diye mi korktun? bütün okul öğrensin... benden sen ayrıldın. o çocuk yüzünden." koyu irisler anında büyürken dudakları aralandı jisung'un. yumruğunu iyice sıktı... ve sıktı... avuç içleri kıpkırmızı oldu.
"dövecek misin beni?" dedi eline bakarak changbin. alayla da devam etti. "sırf minho seninle konuşmuyor diye mi bu sinirin? gel, döv... bunları ben yapmadım nasıl olsa, minho kendi duvarını ördü çoktan sana."
bir türlü tek kelime edemeyen jisung, onca seslere rağmen o mükemmel kıkırdamaları ve sesi duyuyordu. eh, nihayetinde onu duymak istiyordu her zaman. ikisinin de aynı anda kafası minho'ya çevirildi.
"minho benimle her zaman konuşur, sen onu tanımıyorsun. o; her zaman çok düşünen biridir... her şeyi düşünür ve sen onun kalbini kırsan da seni anlamaya çalışır. beni de anlar nihayetinde, dargın kalamaz bana." yumruğu ve bedeni hafiften gevşedi ve iç çekti gözlerini ayırmadan. "öyle özel biri ki, ben ona değil de... o bana acısın isterdim. yanında durmak, ne bileyim iyi hissediyor insan."
"demek seni onarıyor." changbin'in lafıyla daha da güldü ve yanındakine baktı tekrar. "bilmem... sen peşimden geldikçe, biz hasar görüyoruz. sen hep arkada rahatsın gibi."
"o hâlde beni arkada bırakma ve birlikte bu yolda rahat edelim. o olmadan." jisung tekrar şaşkınlıkla gözlerine baktı ve o koyu irisler ateş püskürttü. neydi bu takıntılık? niye var?
sinirle son kez iç çekti ve dudaklarını yalayarak ayağa kalktı. istifini bozmadan ona baktı ve dinledi oturan genç. "minho ile aramı düzeltir düzeltmez, seninle hesapları kapatırız. anladın sen, görüşürüz."
-
kıskanc cbin yakında ortadan kalkacak👍🏿
neyse jisung 😻