1

16 4 3
                                    

Uzay ile tanıştığımın ertesi günü girdiğim ilk dersi hayal meyal anca hatırlıyorum.

Askeri üniforma giymiş çatık kaşlı bir adam plazma bir ekrandan bize bir slayt açıp tek amacımızın başarılı asker ve komutanlardan çocuklar yapmak olduğunu bunu ülkemizin geleceği için yaptığımızı anlatmıştım.

O gün o adamı boş ama dikkatli gözlerimle izledim. Sanki bu çok  onurlu bir görevmiş gibi... Her küçük çocuk gibi yetişkinkerden saygı bekleyen bir aptaldım.

Sadece bir anlık merakla sarıya çalan kehribar gözlerimi Uzay'a çevirdim. Dirseğini oturduğu tek kişilik demir sıraya yaslamış çenesinide elinin üzerine koymuştu. Elindeki kalemi parmaklarının arasında çevirirken yüzünde sıkılmış gibi bir ifade vardı.

Evet, oda benim gibi doğduğu andan itibaren böyle sözlere maruz kalmıştı ve bunlardan sıkılmış gibiydi.

Koyu mavi gözleri hala bir şeyler anlatan komutandaydı ama aklı bu dünyadan çok uzaklarda gibiydi.

"Hey sen! Arka sıradaki alık oğlan!"

Komutanın sert sesini duyunca irkilip önüme döndüm. Komutan mümkünmüş gibi kaşlarını biraz daha çattı "Arkadaşının yüzünde benim anlattıklarımdan daha önemli bir şey mi var?" Dedi.

Utançla kafamı eğip "Hayır ben... dalmışım. Üzgünüm." Dedi.

Komutan yüzünü buruşturup "Eğer bu özelliklerinle doğmamış olsaydın bir erkek olarak cepheye giderdin. Ve savaş alanında dalgın olmak kafana yiyeceğin bir kurşun demektir. Bu yüzden bu şekilde doğduğunuza her gün şükretmelisiniz!" Dedi.

Sessizce iç geçirdim "Biliyorum. Özür dilerim." Dedim.

Ufak bir kıkırtı duyduğumda göz ucuyla sağımdaki Uzay'a baktım. Dudakları kıvrılmış bana gülüyordu. Kaşlarımı çattım. Benimle alay ediyordu.

Dersten sonra bulunduğumuz üç katlı büyük köşkün yemyeşil bahçesine çıktık.

Etrafıma şöyle bakınca ben ve Uzay'dan daha büyük bir çocuk yoktu. Hepsi bize abi diye sesleniyordu.

Ensemizde ismimiz olan numaralar vardı. Benimkinde 04.2 yazıyordu mesela. Etraftaki çocukların enselerine istemsizce gözüm kayıyordu. Ama benim gibi 4 harfiyle başlayan görmemiştim. Belkide bütün kardeşlerim başka bir yerdeydi. Babalarımız farklıydı tabi... yani bizi doğruran erkeği dölleyen adamlardan bahsediyorum. O zaman bizi doğuran laviniyaya ne demeliydim acaba, anne mi? Bırak yüzünü adını bile bilmediğim biriydi gerçi.

"Doğa!"

Kafamı çevirip bana seslenen Uzay'a baktım. Elini deli gibi sallayıp yanına gelmemi işaret ediyordu.

Gidecek başka yerim yoktu sonuçta. Yanına gittiğimde birden elimden tuttu "Ne bulduğuma inanamayacaksın!" Dedi.

Benide arkasından sürükleyip ağaçların arasına götürdü "Şuna bak." Dedi, gösterdiği yere baktım. Kaşlarım çatıldı.

Bu yaratığın resmini sadece okuduğum kitaplarda görmüştüm, istemzice heyecanlı bir sesle "Bir salyangoz!" Dedim.

Uzay kafasını sallayıp "Çok iyi değilmi? Resimlerinden daha şey duruyor, eh... sümüklü?" Dedi kıkırdadı.

Parmağımı uzatıp teredütle kabuğuma dokundum "Bir gün bir tane göreceğimi düşünmezdim." Dedim.

"Yaşanılabilir olan bir kaç bölgeden birindeyiz. Burada daha önce görmediğimiz bir sürü canlı olabilir"

Bana döndü ve birden koluma vurup "Ebe!" Diyip koşmaya başladı. Kaşlarımı çatıp arkasından baktım.

Arkasından gelmediğimi fark edince adımlarını durdurup yüzüme baktı "Anlamadın mı? Sen ebesin bende kaçacağım."

LAVİNİA (IV.II)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin