25

579 107 49
                                    

"Hadi Leo, baştan sayalım. Un,"

"Deux, Trois!"

"O zaman kaç yaşındasın?"

"Üç!"

"Quel âge as-tu?"

"Trois!"

"Harikasın!" Harry sevinçle Leo'yu kollarına aldı. Yerde bağdaş kurmuş oturuyordu. İki yanağını da öptükten sonra Leo'yu kucağına oturttu. "Şimdi renkleri sayalım. Bloklara bak. Bu hangi renk?"

"Mabi?"

"Evet, mavi. De quelle couleur est-ce?"

"Bleu."

"Oui, ma chérie!'

İkisi konuşurlarken evin kapısından sesler geldi. Harry merakla başını oraya çevirdi ve içeriye elinde valizlerle Louis'nin girdiğini gördü. Aceleyle ayağa kalktı, "Hoş geldin." dedi gülümseyerek. "Kusura bakma, ne zaman geleceğini bilmiyordum. Fark etmemişim."

"Merhaba. Sorun değil. Nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"Ben de iyiyim, teşekkürler."

Harry ona doğru yaklaştı, "Leo bak, baban geldi!" diyerek çocuğu onun kucağına vermeye niyetlendi ama Louis hemen bir adım geri çekilerek bunu engelledi. "Ben odama gidip yerleşeyim, siz keyfinize bakın." diyerek merdivenlere yöneldi.

Bu hareketiyle Harry hemen Leo'ya döndü, onun üzülmemesi için "Hadi gel bloklarla oynamaya devam edelim." dedi ve az önceki yerine döndü. "Bu hangi renk?"

"Pembe."

"De quelle couleur est-ce?

"Rose."

"Evet!"

Leo kıkırdadı, başını Harry'nin göğsüne yasladı. "Süt içelim."

"Süt? Tamam hadi mutfağa gidelim. Söyle bakalım, süt hangi renk?"

"Beyaz. Tabşan gibi."

"Evet, aynı tavşan gibi. Tavşanının adı ne?"

"Hebi."

İkisi gülüşerek mutfağa gittiler. Bu sırada Louis de onları merdivenin üst basamağında gizlice izliyordu. Gördüğü kadarıyla çocuk Harry'ye çok alışmıştı. Harry de ona hak ettiği sevgiyi veriyordu. Her şey yolundaydı işte, niye üzgün hissediyordu?

İstemeye istemeye odasına çıktı. Bavullarını kenara attı, cebinden telefonunu çıkarıp Jack'i aradı. Son zamanlarda onu kendi dertleriyle çok bunalttığını biliyordu ama arkadaşı da olmasa konuşacak kimsesi yoktu.

"Louis! N'aber?"

"Evime geldim." dedi Louis onun sorusunu es geçerek. "Çocuk burada. Harry onu az kalsın kucağıma verecekti ama kaçtım yine."

"Ah Louis, yapma şöyle! Ne güzel bir fırsatmış işte."

"İstemedim! Niye bilmiyorum, istemiyorum yaklaşmayı."

"Nasıl peki, iyi mi durumu?"

"İyi, " dedi Louis ters bir şekilde. "Harry'yi sevmiş. Kucağından inmiyor. Harry Fransızca öğretiyor galiba bir de. Şimdi birlikte süt içmeye gittiler."

Ses tonunda kıskançlık vardı. Jack bunu hissedince gülmeye başladı. Hem çocuktan kaçıyordu hem de bakıcıyla yakınlaştığını görünce kıskanıyordu. Tam olarak onluk bir hareketti.

"Ne gülüyorsun," diye kızdı Louis. "Ciddi bir şey anlatıyorum."

"Yok bir şey, özür dilerim, anlat."

"Derdimi küçümsüyorsun resmen, gülüşe bak! Anlatmıyorum kapat telefonu."

"Hayır, Louis küçümsemedim, hoşuma gittin bir an sadece, küsme hemen. Bak benim çocuğum yok, ben pek anlamam ama istesen çok iyi bir baba olabileceğini ve Leo'nun da sana hayranlıkla bağlanacağını biliyorum."

Louis iç çekti. Daha fazla konuşmak istemedi. "Neyse. Konuşasım geldi aradım çok meşgul etmeyeyim seni. İmza töreni de yapılsın sonra antrenmanlarda görüşürüz."

"Tamam, görüşürüz. Ah, Louis, bakıcıya iyi davran. Çocuğu istemiyorsun tamam ama onunla iyi ilgilenen birini bulmuşsun, bıktırıp istifasına sebep olma."

Louis ofladı ve telefonu onun yüzüne kapattı. Duyan da onu çalışanlarına kötü davranan biri sanardı!

Bavulundaki kıyafetlerini teker teker dolaba yerleştirirken aklı aşağıdaydı. Ara sıra Harry'nin kahkahasını duyuyordu. Leo'nun da sesi çok geliyordu. Çığlığa benzer gülüşü evde resmen yankılanıyordu.

Louis bir an aşağıya inmek, ne yaptıklarını görmek istedi ama sonra hemen vazgeçti. Seslerini duymamak için kulaklığını taktı, son ses müzik açtı. İnat etmişti, yanlarına gitmeyecekti.

THE PERFECT HAT TRICKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin