Normalde sevdiklerinizden ve hoşunuza gidenlerden daha farklı bir kurgu.
Seveceğinizi pek düşünmesem de, yine de sevmenizi umut ediyorum.
Beklediğinizden daha farklı bir kurguyla karşınızdayım.
Bundan sonrasında sadece kurguları atıp kaçıcam, beğenirsiniz beğenmezsiniz, çok takılıyorum kurgularımın umursanmasını, ama bundan sonra bu sanırım yapmıcam. Boşuna üzülüyorum, sonuçta seven seviyor ilgi gösteren gösteriyor.
İçimi dökmek istediğim bir kurgu mahiyetinde olsun.
İyi okumalar.***
Şehir tekrardan yağmurun esiri mi oldu?
Odamız bu yüzden mi karadı?
Hayır.
Hava yaz günlerinde nadiren görülüyormuş gibi berrak ve durgun. Ama etraf kararmaya başlamış ve biz farkına varamamışız. Yalnızca karşıdaki çatı penceresinde hafif bir parıltı hâlâ bize sanki gülümsüyor, çatının en uç noktalarında bulunan gökyüzü altın bir sisle kaplanıyor.
Bir saat içinde gece olucak. Bu harika bir saat olacak, çünkü gün batımı renklerinin yavaşça gölgelere gömülmesinden ve daha sonra yeraltından yükselen karanlığını ortaya çıkartmasından, nihayetinde de kara medcezirin duvarları yutarak bizi kendi bilinmezliğine sürüklemesinden daha güzel bir manzara olamaz.
Eğer karşılıklı oturup, tek kelime etmeden birbirimize baksak, o saatte gölgeler içindeki, birbirine benzeyen yüzlerimiz onları daha önce hiç öyle görmemişiz gibi yaşlı, yabancı ve uzak görünür.
Sanki birbirimize yıllar sonra uzaktan bakıyormuş gibi oluruz.
Ama sen şu an bana sessizlik istemediğini söylüyorsun, çünkü sessizliğe gömülünce saat, zamanı kaygılı bir biçimde yüz küçük parçaya ayırıyor ve soluklarımız tıpkı hasta bir adamın solukları kadar sesli çıkıyor.
Benden bir öykü anlatmamı istiyorsun.
Hay hay.
Büyük bir hevesle, dostum.
Ama benim hakkımda bir öykü değil, çünkü yeterince deneyim sahibi olmadığımız, ya da olmadığımızı düşündüğümüz bu büyük şehirlerdeki hayatlarımızda gerçekten nerele sahip olduğumuzu bilemiyoruz.
Her neyse, sana sessizliği seven bu saate uygun bir hikâye anlatacağım, temenni ediyorum ki içinde şu an pencerelerimizin dışında belli belirsiz süzülen sıcak, yumuşak, akıcı alacakaranlıkla ilgili bir şeyler olacak.
Bu hikâyeyi nereden bildiğimi hatırlamıyorum. Tek bildiğim akşamüstü uzun bir süre burada öylece oturup kitap okuduğum, sonra kitabı bir kenara bırakıp pineklediğim belki de hafif bir uykuya daldığım. Derken ansızın duvarlardan geçen siluetler gördüm, konuştukları şeyleri duyabiliyordum. Ama hareketlerini izlemek istediğimde uyandığımı fark ettim, yine tek başınaydım.
Kitap ayakucumdaydı. İçindeki karakterlere bakmak için aldığımda artık hikâyeyi göremiyordum; sanki hikâye sayfalardan avuçlarıma dökülmüştü ya da zaten hiçbir zaman kitabın içinde olmamış gibiydi.
Belki de düş görmüştüm ya da uzak diyarlardan bugün şehrimize gelen, uzun zamandır içimizi karartan yağmuru alıp götüren parlak bulutlardan biriydi gördüğüm şey. Penceremin altındaki laternacının hüzünle gıcırdayan bir melodi eşliğinde çaldığı eski basit bir şarkı da mı duymuştum onu, yoksa yıllar önce birisi mi bana anlatmıştı?
Bilmiyorum.
Böyle hikâyeler sık sık aklıma gelir, ben de her şeyi akışına bırakırım. Bazen gece uyumadan önce bazense öylece otururken.