wooyoung'dan
"oğlum sen beyinsiz misin amına koyayım"
"çok yardımcı oluyorsun"
"ya ne yardımcı olucam sana sonra san bir şey der beni de bırakırsın"
"ya ben yeosang'ı bırakmadım sadece bir süre görüşmeyelim dedim sürekli kavga ediyorduk zaten"
"acaba niye kavga ediyordunuz"
"üstüme gelme, zaten gerginim"
en sonunda susan yunho bana azar çekmek yerine yanıma oturdu. bir şey düşünüyor gibi duruyordu. büyük ihtimalle yaptığım aptallığı ve bundan sonra başıma ne geleceğini düşünüyordu.
şu zamana kadar koşulsuz şartsız yanımda olan tek kişi yeosangdı. ailemi kaybettiğimde sığındığım kişi oydu. hastalıklarım ilk ortaya çıktığında bana yardımcı olmak için elinden geleni yapmıştı. neden yeosang'a bu kadar bağlıyken şuan tek derdimin san olduğunu anlayamıyordum.
eskiden olduğu gibi hayatımı tek bir kişiye bağlamaya başladım. san'ı kaybetmeyi düşündüğüm an midem bulanıyordu. sadece düşünmek bile titretiyordu beni.
ikimiz de düşüncelere dalmışken telefonumun çaldı. uğraşmak istemediğim için ilk başta umursamadım ama çalmayı bırakmadı. mecburen kim olduğuna baktım. ekranda beklemediğim ismi görünce anında telefonu açtım.
"efendim"
"sesin neden bu kadar kötü?"
"tamam geliyorum bekle sen olduğun yerde"
telefonu cebime atıp apar topar gitmek için hazırlanırken yunho'ya bir açıklama yapmak zorunda olduğumu hissettim.
"evet san aradı. evet beni çağırdı. yanına gidiyorum he niye diye de sorarsan sesi cok kötüydü. hadi görüşürüz"
---
"bu halin ne?"
karşımda dudağı patlamış, yüzü gözü morluklar içinde ve içmekten doğru düzgün konuşamayan bir san vardı. bulabileceği en kötü barda bu halde bu kadar içmesinin mantıklı bir açıklaması olmalıydı.
"soru sormayı bıraksanız keşke"
"seni bu durumda bulmuşken ne dememi bekliyorsun"
"sus ve yanımda otur olmaz mı?"
şuan konuşsam bile anlamayacağı için dediği gibi yanına oturdum. perişan haldeydi. ne yapmıştı da bu kadar dayak yemişti?
"eve geçsek olmaz mi? hem yaralarına krem süreriz"
bana cevap vermemişti. yaklaşık yarım saat boyunca söylediğim hiç bir şeye cevap vermedi. boş boş karşı duvara bakıyordu. ne düşündüğünü anlamak imkansızdı. bu belirsizlik iyice sinirimi bozduğunda ayağa kalktım ve tüm gücümle san'ın elinden tutup sürüklemeye başladım.
"ne dersen de ki demezsin ama eve gidiyoruz"
---
evi hatırlayabıldığım kadarıyla taksi şoförüne tarif etmiştim. neyse ki san evin anahtarını almayı akıl edebilmişti.
içeri girdiğimizde, ilk geldiğimde olan dağınıklığın aynısı vardı. etrafı bok götürüyordu. bu evde ailesiyle yaşamasının imkani yoktu ama şuan onu sorgulamak istemedim.
sorgulamam gereken ilk şey san'ın nasıl bu hale geldiğiydi.
"san otur şuraya konuşalım lütfen"
"sus demedim mi ben sana?! sesini duymak istemiyorum"
normalden bin kat daha sinirli çıkan sesiyle bağırdığında kendimi altında ezilmiş gibi hissettim. sarhoş olduğu için çok umursamak istemedim ama gerçekten kalbim kırılmıştı.
bağırdığışından sonra aramızda derin bir sessizlik oluştu. normalde onu sorguya çekmeye devam etmem lazımdı ama konuşmayı bırak olduğum yerde en ufak bir hareket bile edemiyordum.
ben olduğum yerde kaskatı dururken san yavaşça bana yaklaştı. elini saçlarıma doğru uzatıp yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdi.
"her zaman böyle sessiz olsan keşke. çok güzelsin ama kafam götürmüyor"
"senin iyiliğini düşünüyorum"
"hiç bir şey düşünme istemiyorum"
gittikçe yüzlerimizi birbirine yaklaştırıyordu. içimden bir ses bir an önce bu ortamdan kurtulmam gerektiğini söylüyordu ama sanki olduğum yere çivilenmiş gibi gidemiyordum.
saçlarımdaki elini yanağıma yerlestirip dudaklarımızı birleştirdi. karşılık verip vermemek arasında gidip gelirken dudağımı ısırdığında başka şansım olmadığını anlayarak öpüşüne karşılık verdim.
dudaklarındaki kanın tadını hissettiğimde refleks olarak geri çekilmeye çalışsam da izin vermedi. hatta boştaki elini enseme yerleştirip daha sert şekilde dudaklarımı sömürmeye başladı.
nefessiz kalana kadar dudaklarımı sömürmeye devam etti. o beni istediği gibi öperken sesimi çıkaramıyordum.
"işte bahsettiğim şey bu. sürekli bir şeyler diyorsun, soruyorsun ama sessiz olduğunda çok daha güzelsin"
beni arkaya doğru itekleyip duvara yasladı. yüzünü omzuma yerleştirdi ve bir süre hiç bir şey demeden öylece durdu. ardından kafasını kaldırıp boynuma minik öpücükler kondurmaya başladı. arada dişlerini de kullanırken bir yandan zar zor cumlelerini toplayıp konuşuyordu.
"mesela bir şey istediğimde onu ilk seferinde yapsan olmuyor mu wooyoung. beni hep söylediğimi tekrar etmek zorunda bırakıyorsun"
minik öpücükler yerini boynumu mosmor edecek kadar sert öpücüklere bıraktığında anladım ki kurtulmak için bir şansım olsaydı bile artık en ufak bir ihtimali bile kalmamıştı.
☆☆☆
evet san hastalikli bjr kisilik arkadaslar
uyusturucu bagimlisi zaten ne beklionuz
NEYSE NASIL GIDIO FIC
BEGENIONUZ MJneinjeyn_ best takipcimfen super mesaj
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunday // woosan
Fanfiction!fic uyuşturucu kullanımı içerir! wooyoung ingilizce kursunda gördüğü çocukla konuşmaya başladı. en kötü ne olabilirdi ki?