Gözlerini açtığında cam tavandaki hareket eden beyaz bulutlar yaşadığını hissettiriyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu ama cennette gibi hissediyordu. Yattığı yatakta kıpırdamadan saatlerini hatta günlerini geçirmek istiyordu. Hafif esen rüzgar saçlarını yüzüne düşürdüğü için onu sinir etse de şikayet etmiyordu. Çünkü rüzgar güzel bir kokuyu getiriyordu yamacına.
Aldığı derin nefes canının acımasına sebep oldu. Henüz iyileşmemiş yarasına kıyafetinin üstünden baskı yaptı. Bu hâle nasıl geldiğini biliyordu ama kimin yarasını sardığını hatırlamıyordu. Üstündeki kıyafetler bile çiçek gibi kokuyordu. Bulunduğu ev peri evi gibiydi.
Rüya mıydı gerçek miydi? Ne düşünürse düşünsün yine aynı soruya geri dönüyordu.
"Nerdeyim ben?"
Doyle ülkesinde savaş çıkmasıyla askerliğe çağırılan bir öğretmendi. Tüm ülkeyi telaş sarmışken daha çağırılmadan gönüllü gitmek isteyen bir adamdı. Sınıfında rehberlik ettiği öğrencileri teker teker kucaklayıp veda etmişti eline silah almadan önce. Hepsini dinlediği kadar da yokluğunda dersleri boşlamamaları için uzun uzun konuşmuştu. Derslerle, oyunlarla veya yemekle ilgili birçok şey demişti ama onlara savaşla ilgili pek bir şey diyemiyordu.
"Yetişkinlerin çıkardığı anlaşmazlık en son sizi etkilemeli. Siz de aranızda tartışıyorsunuz ve ben sorununuzu çözüyorum değil mi? Öğretmeniniz onları barıştırıp geri gelecek.".
Her şey çocuklara anlattığı kadar saf ve kolay olsaydı keşke. Bazen Doyle'nun da feleği şaşardı. Hangi dünyadaydı? Çocukların temiz dünyasında mıydı yoksa yetişkinlerin çoktan kirlettiği dünyadamıydı? Öğretmen olarak bunu algılaması gecikiyordu.
Savaş kesinlikle yetişkinlerin dünyasındandı. Kan, acı, göz yaşı, ölüm, açlık, kıtlık, susuzluk, hastalık, travma ve nüfus kaybı... Burda iyi olan tek bir şey göremiyordu Doyle.
Kimseye zarar vermek istemezken kendi vatanını korumak için canını feda etmeye hazırlanıyordu. Karşısındaki düşmanlar da aynı şekilde vatanı için orda bulunması onu yaralıyordu.
Elimi kan ile kirlettikten sonra o çocuklara tekrar nasıl dokunacağım?
Çocukları korumak için elini kirletmesi gerektiğini biliyordu ve bu düşünce ona tüm her şeyi unutturabilirdi. Çocukların kendi kanından olmaması sorun değildi. Sevmek için bir sebep olarak görülen kan zaten cephede akıyordu.
Doyle evde ailesiyle helalleşirken yeğeni onu asker üniformasıyla görünce büyük bir ciddiyetle Doyle'nun karşısına geçti, okulda arkadaşlarından öğrendiği asker selamını verdi.
"Amca eğer asker gerekirse orda ben yardım edebilirim."
Doyle yeğeninin göz hizasına çömeldikten sonra yanaklarını sıktı. Bu haraketi onu gururlandırmıştı ama bunu istemiyordu.
"Orda sayımız fazla olacak. Sen burda kardeşlerine sahip çık olur mu?"
Yeğeni başıyla onayladıktan sonra Doyle sıktığı yanakları öperek evden ayrıldı.
Savaş alanında bir daha sizi görmemek için sonuna kadar savaşacağız.
Bindiği arabada tanıdık kimse göremiyordu. Her biri farklı bölgelerden olmalıydı. Doyle geldiğinde onu da aralarına alarak konuşmaya başladılar. Kimi köyünü anlatıyordu kimi gezdiği şehirleri, kimi yazdığı romanları anlatıyordu kimi bestelediği parçaları. Arabadaki tek öğretmen Doyle'du. Bunu duyunca mesleğine duydukları saygıyı ifade ettiler. Her bir mesleğe saygı duyuyorlardı fakat hepsi öğretmenlerin elinde yetiştirilmiş insanlardı ve göründüğü üzere iyi yetişmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daucus
Romance"Kaderde varsa karşılaşmak sevgilim, ölüysem de sensin son nefesim. Şimdi söyle bana sen miydin ecelim?"