Takıntı

8 1 0
                                    

  Altı kızarmış, yorgun gözleriyle beyazdan çok sarıya kayan tavanını izliyordu. Tavanın dört bir yanını kaplayan ama hiç bir yerde gerçekten bulunmayan, baktıkça öğürme isteği getiren, neredeyse lanetli kelimeye baktı. Kalem tutmaktan nasır tutmuş elini kaldırdı. Biraz eline baktıktan sonra işaret parmağı hariç parmaklarını kapattı. Orda olup da aslında orda olmayan kelimeleri teker teker saydı. Sonsuza kadar saydı. Saçları beyazladı, dişleri döküldü, derisi eskidi, boğazı kurudu ve o saydı. 

  Sonra gözlerini kapatıp kendini toplamaya çalıştı. Zihninde mi ruhunda mı olduğunu ayırt edemediği en bozulmuş, en uyumsuz, en sıradan mı en yanlış mı olduğunu ayırt edemediği parçaları ayırdı ve gözlerini geri açtı. Hiç bir zaman orda olmamış olan kelime yerine geri döndü. Ayırdığı parçalar ayırmanın iyi bir fikir olup olmadığı sorguladı bir anlığına. Ancak yalnızca bir anlığına... Zamanı yoktu. Acelesi vardı. Aslında olmayan bir tarihe kadar aslında olmayan bir sınıra ulaşmalıydı. Aslında olmayan zamana yetiştirmeye çalıştığı şeyde asında yoktu. Çok düşünmüş, beyninin sınırlarını zorlamış, sınırı aşmış ve yine de ulaşamamıştı. 

  İstediği şey sonsuzluktan farksızdı ama zamanı çoktu. Hayır, aslında yoktu. Yeteri kadar vardı ama hiç bir şeyden yeteri kadar yoktu. 

  Masasına dönüp kitabını açtı. Sonsuz sayfaya ve fikre sahip ama incecik bir kitap. Kitabın kapağında aynı kelime tıpkı öbür her yerde olduğu gibi. Kitabın konusu da bu. Aslında olmayan sınırı aşmak için durmadan çalışan ve hala insan olduğunu düşünen sonsuz sayıda insan... Her an sonsuz sayıda, biri biriyle çelişen ama hiç biri reddedilemez, renk renk, duygu duygu düşünceleri aklından geçiren sonsuz sayıda insan..

  Sonu gelmeyen sayfaları tıpkı o kitapta bir yerlerde kalmış olan tüm öbür insanlar gibi çevirdi ve çevirdi. Çevirdiği her sayfayla farklı biri oluyordu. Çevirdiği her sayfayla yeni düşünceler beynine akıyor ve eski benliği gitgide kayboluyordu. O iki sayfa çevirdiğinde iki sayfa önceki kişiyle aynı kişi değildi. 

  Sayfaları çevirdikçe kendini unutuyordu. Artık kaç yaşında olduğunu bilmiyordu. Nerede olduğu, (önceden) sevip ilgilendikleri, adı soyadı, artık hiçbiri önemli değildi; hiçbiri onu ilgilendirmiyordu. Ve duyguları... 

  Duyguları kendini "toplamak" için attığı her bir parçayla birlikte yok oluyordu. Hayır, aslında yok olmuyor, o neredeyse lanetli kelime tarafından yutuluyordu. Ama mutluydu... En azından bu durumda mutlu olması gerektiğini biliyordu. Her ne kadar yutulan bu duyguyu ne zamandır (Bu arada gerçekten... Ne zamandır?) tatmasa da öyle olmalıydı. Öyle olmak zorundaydı. Sonsuz sayfalı, mavi, ince kitaptaki herkes mutluydu. 

  Sayfaları yine ve yine çevirdi. Sonsuz sayıda sayfayı geçti ve en sonunda sonsuz ama kısıtlı olan zamanı tükendi. Gözleri bir daha açılmamak üzere kapandı. Okuduğu son sayfayla ondan sonraki sayfa arasında bir sayfa daha oluştu. Onu okumaya çalışırken en derin uykuya dalanın hayatı yazılıydı sayfada. Kitap kendi kendine kapandı. 

  Mavi kapaklı, sonsuz sayfalı, ince kitabın üzerindeki ad daha da belirginleşti sanki. Kan kırmızı renginde yazı, o neredeyse lanetli ama baldan tatlı kelime... 

"BAŞARI" 

                                                                                                         -mavi kapaklı, sonsuz sayfalı, ince kitabın son sayfası

zihnimden kopan hikayelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin