"İşte sonra beni havuçlar ve lahanalar kovalamaya başlayınca çok korktum, hemen babamı çağırmak için odasına koştum ama kaybolmuştu."
Gülmemek için alt dudağımı dişlerken, "Sonra ne yaptın?" diye sordum meraklı görünmeye çalışarak. "Babanı bulabildin mi?"
"Hayır, bulamadan uyandım rüyamdan." Önündeki meyve suyundan bir yudum almak için duraksadıktan sonra devam etti. "Yani kabusumdan. Babam söyledi, korkunç şeyler görürsek kabus, güzel şeyler görürsek rüyaymış."
Onu onaylamak için kafamı aşağı yukarı salladım. "Doğru söylemiş baban."
"Babam her zaman doğru söyler ki zaten. Gördüğümüz rüyaların ya da kabusların hep bir anlamı olduğunu da söyler mesela. Bu kabusumun ne anlama geldiğini ben hemen anladım. Sana da anlatayım mı?"
Ben daha cevap veremeden, önüme soğuk bir kahve bırakan İlhan abi cevapladı kızını. "Defne, Güven abinin başı ağrıyormuş biraz kızım. Daha fazla başını ağrıtmayalım istersen. Başka zaman anlatırsın, olur mu?"
Geldiğimden beri hiç susmayan Defne, babasının uyarısı üzerine ela gözleriyle yüzümü inceledi. "Tamam," dedi uysalca. "Başın ağrıyorsa sana masaj yapabilirim. Babama hep yapıyorum, parmaklarımın şifalı olduğunu söylüyor."
Gülümseyerek uzun, sarı saçlarını okşadım. "Teşekkür ederim güzelim, sen de olmasan beni düşünen yok valla."
İlhan abi karşımdaki sandalyeyi çekip oturunca işlerini bitirmiş olduğunu anladım. Buraya sürekli geldiğimiz için artık arkadaş gibi bir şey olmuştuk onunla, biz geldiğimizde yanımıza gelip otururdu ve karşılıklı sohbet ederdik. Benden 5 yaş büyük olduğu için abi diyordum sadece.
"Hayatımda gördüğüm en mükemmel baba olabilirsin," diye tekrar ettim, sürekli ona söylediğim bu cümleyi. Defne de tuvalete gideceğini söyleyerek ayrılmıştı yanımızdan. "Bu kadar babacı bir çocuk görmedim ben, iki lafından biri mutlaka baba."
Defne annesinin yokluğunu hissetmemesi için çok uğraşıyordu İlhan abi. Üzerine çok düşüyor, istediklerinin hepsini gücü yettiğince yapmaya çalışıyordu.
Benim babam kötü biri asla değildi, ondan şikayetçi de değildim ama yine de ikisinin baba-çocuk ilişkisi insanı imrendiriyordu.
"Eyvallah, elimizden geldiğince yapıyoruz işte bir şeyler," dedi şakayla karışık bir tavırla. "Senin de başını ağrıtmıştır, kusuruna bakma."
O kadar kibar ve anlayışlı biriydi ki İlhan abi, onu ilk tanımaya başladığımda ondan hoşlanmıştım ama benlik biri olmadığını çok kısa bir süre içinde anlamıştım. Artık sadece abi gözüyle bakıyordum.
"Yok estağfurullah abi, Defne benim anca ilacım olur biliyorsun." Samimiydim, Defne benim başımı ağrıtacak son insandı. Bütün gün konuşsa usanmadan dinlerdim onu. "Aslına bakarsan merak ettim, niye havuçlarla lahanaların onu kovaladığını."
Sesli bir kahkaha attığında, ben de güldüm onunla birlikte. "Sorma, sorma," dedi gülmeye devam ederken. "Geçen gün dolapta var diye salataya havuçla mor lahana da koymuştum, hiç tadına bile bakmadı hanımefendi. Neymiş efendim, o sadece marul ve domates olan salata yiyormuş. Sen bunu nasıl bilmezsin diye bütün hafta trip attı bana. Kabusunun anlamı da buymuş işte, bir daha lahanalı havuçlu salata görmek istemiyormuş."
Söylediği her cümle beni ayrı ayrı güldürürken, durduramadım kendimi. Defne gerçekten çok eğlenceli bir çocuktu.
"Pardon, bakar mısınız?"
Tanıdık gelen sesle birlikte gülüşüm aniden soldu ve minik bir öksürük krizine girdim.
Burda ne işi olduğunu bilmiyordum ama şaşırmamıştım. Sonuçta kafe bizim okulun tam karşısındaydı, öğrenciler, hatta çoğu öğretmen bile burda takılırdı sürekli.
Bazen kendi aralarındaki toplantıları bile burda yaptıklarını duymuştum.
Kafede garsonluk yapan Talya hemen yanına gittiğinde, İlhan abi müşterisiyle ilgilenen biri olduğunu görüp geri bana dönmüştü.
"Senin dersler nasıl gidiyor, kavga etmiyorsun değil mi yine birileriyle?"
İlhan abiye cevap vermeden önce bakışlarım yine istemsizce ona kaydı. Oturmadığını ve Talya'yla ayakta bir şeyler konuştuğunu görünce sadece bir şey sormak için girdiğini düşünmüştüm.
Talya'nın, "Kaç kişilik olsun?" diye sormasıyla bir şey sipariş vermek için girdiğine emin oldum.
"Yok, her şey yolunda. Sorun yok." Herkesin derdi benim adam olmamdı sanırım.
"İyi, iyi." İlhan abi elini omuzuma attığında, Emrah hoca sırtını dönmüştü bana. Artık gözünün ucuyla bile göremeyeceği masada oturuyordum. "Derslerine odaklan, güzel bir üniversite kazanırsın inşallah."
Beni görmemek için elinden ne geliyorsa yapıyordu herif. Sanki gözleri bana değse kötü bir şey yapmış olacakmış gibi davranıyordu.
İstemsizce kırıldım bu tavrına.
Daha düne kadar beni rahat bırakmasını istediğim adam, şimdi bana bakmak istemiyor diye kırılıyordum.
Destek olur gibi omzumu sıkan adama zorlukla gülümsedim ve az önce getirdiği soğuk kahvemden bir yudum aldım. Defne sayesinde daha yeni gelen tüm keyfim geri kaçmıştı.
"Baba, Güven abiyi biraz alabilir miyim senden? Ona bugün okulda yaptığım resmi göstereceğim." Ne ara geldiğini görmediğim Defne, masanın başında dikilirken bacağımın üzerinde duran elimi tuttu. Sonra sanki dudaklarını aralayan babasının ne diyeceğini biliyormuş gibi, "Tabi Güven abi de isterse, çünkü önce ona sormalıyım," diye ekledi ve kafasını çok bilmiş bir edayla aşağı yukarı salladı.
Bu çocuk cidden çok tatlıydı. "Olur tabi güzelim, hadi gidip bakalım resmine."
Onayımı alınca tuttuğu elimi çekiştirerek ayağa kaldırdı beni. "Köpek balığı çizdim," diye anlatmaya başladı, beni içeri doğru çekiştirirken. Defne okuldan önce ve sonra sürekli kafede babasının yanında olduğu için, rahatça ödevlerini yapabilmesi için ona ait küçük bir odası vardı. "Sen daha önce hiç köpek balığı gördün mü Güven?"
Babasının yanında ayrıldığımız ilk an, abi kelimesini unutmuştu yine minik sarışın. Babasının zoruyla söylüyordu zaten.
Sorduğu soruya cevap vermek için Emrah hocanın yanından uzaklaşmayı bekledim çünkü gözlerini benden sakınan adama sesimi duyurmak istememiştim.
"Söylesene, gördün mü hiç daha önce?" Cevap alamadığı için sorusunu tekrarlayan kız önüne bakmadan yürürken, varlığımı görmek istemeyen adama çarptı birden. "Ay, kafam."
Emrah hocanın koluna çarpınca, Defne'nin kafası onun kolundaki saate denk gelmişti.
Anında tüm dikkatini Defne'ye verip, muhtemelen acıdığı için eliyle sakladığı alnına dokundu. "Bakabilir miyim?" diye sordu kibarca, sesi o kadar sakindi ki.
Defne kafasını sallayarak elini çekerken ben afallamış bir şekilde ikisini izliyordum.
"Görünürde bir şey yok." Baş parmağı Defne'nin kızarmış alnını okşuyordu. "Kızarmış sadece. Çok mu acıdı?"
Burda olup olmadığımı kontrol etmek için arkasına kısa bir bakış attı sarışın. "İlk vurunca acıdı ama geçti şimdi. Özür dilerim benim hatam, önüme bakmalıydım."
Küçücük bir kızın bu kibarlığına gülümsedi şaşkınca. "Sorun değil, asıl ben özür dilerim."
Defne'nin hemen arkasındaydım ve suratıma bir kez bakmamıştı.
Yokmuşum gibi davranmaya devam ediyordu.
Bu tavrı o kadar sinir bozucu olmaya başlamıştı ki delirmek üzereydim artık.
Öfkeme hakim olmaya çalışarak Defne'nin tuttuğum elini kendime doğru çektim. "Gel Defne, gidelim," dedim hafif agresif bir ses tonuyla. "Buz koyalım alnına."
Beni görmek istememesine saygı falan duymayacaktım.
Madem hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk, o zaman gerçekten de bir şey olmamış gibi davranabilirdim. Ona karşı olan utancımı unutup, sessizliğimi ise an itibariyle bozuyordum.