Hava, güneşli ve berraktı. O masmavi gökyüzünde, tek bir bulut bile ortalıkta gözükmüyordu. Bulutlar, gökyüzünde saklanıyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. Güneş ise tam tepede duruyordu. Herkesten uzakta, hiçbir şeye bağlı kalmadan, gök kubbeden insanları izliyordu. Gözlerinizi ona doğru çevirdiğinizde, gözünüz kamaşırdı, bakamazdınız. Etrafına, tüm cazibesiyle insanı aydınlatan bir ışık yayıyordu. O yayılan ışık, direk insanın tenine doğru işliyordu. İlkbahar başlangıcı olduğu için çiçekler yeni yeni gün yüzüne çıkıyorlardı. Vadi boyunca uzanan kırların etrafı ise rengarenkti, aklınıza gelebilecek her türlü çiçek, her yeri çevrelemişti. Bahar, o muhteşem ihtişamıyla kendisini yavaş yavaş gösteriyordu. Doğa ise artık o derin uykusundan uyanıyordu. Berrak maviliğe doğru gözlerinizi çevirdiğinizde, insanda çok güzel bir manzaraya bakma hissi veriyordu. İnsanın, bu güzel manzaradan etkilenmemesi elinde değildi. Gökyüzünün etrafında bulunan kırlangıçlar ise sürü halinde hiç kimseyi umursamadan uçuşuveriyorlardı. Birbirlerini kovalarcasına, etrafta dolanıyorlardı.
Vadinin hemen ilerisinde bulunuyordu. Biraz mutsuzdu. Durduğu yerden, etrafını inceliyordu. Küçük Sam, hızlı bir şekilde, aniden koşmaya başladı. O kadar hızlı koşmaya başlamıştı ki babası oturduğu yerden telaşlanmaya başlıyordu. Bir ara, aklının yerinden çıkacakmış gibi olduğunu hissetti.
Sam'e doğru tedirgin bir şekilde döndü. O an, bunu düşünmeden de edemiyordu. Bu çocuk, nereye doğru koşuyordu? Bu kadar ilgisini çeken şey de neyin nesiydi?
"Sam, yavaş ol biraz, düşüp bir yerini kıracaksın, sonra eve gidince anne ne söyleyeceğim. Bana bir çocuğa dahi bakamıyorsun demez mi?" diye bağırdı. Yüz mimiklerinden, çok gergin olduğu anlaşılıyordu.
Ama Sam'in bu söylenenleri pek umursamadığı, her halinden o kadar belli oluyordu ki. Küçük Sam, meraklı gözlerle, bulunduğu yeri inceliyordu. Daha önceden de geldiği olmuştu. Fakat burayı daha yeni bulmuştu. Küçük bir tepenin, hemen yanı başındaydı. Tepenin bazı yerlerini gezmek daha rahattı. Lakin bazı alanları vardı ki oralara gitmek, çok riskliydi. Tepeden yukarıya doğru çıktıkça, sarp kayalıklarla çevrili olduğunu fark etti. Bu yer, insanın gözünü korkutuyordu. Eğer yeterince cesaretiniz varsa, buralara gidebilirsiniz. Olurda, dengenizi kaybedip düşerseniz, sizi kötü bir son bekliyor olacaktır.
Bu sebeple Sam'in, o sarp ve kayalıklarla çevrili bölgeye gitmesi, babası tarafından kesinlikle yasaklanmıştı. Babası, onu çok iyi tanıdığı için özellikle tembihlemişti. Etrafını, biraz göz gezdirdi. Tepenin, hemen uç kısmında duruyordu. Birden, koşmaya karar verdi. Bunu genelde hep yapardı. Babası da her seferinde, bu hareketleri yüzünden, ona çok kızardı. Bunu belli bir süreden sonra alışkanlık haline getirmişti. Bazı alışkanlıkları bırakmak ise artık zaman alıyordu.
Doğa, kendisini yavaş yavaş insanlara göstermeye başlıyordu. Vadinin giriş kısmında, sizi geniş ve büyük gövdeli ağaç toplulukları karşılıyordu. Vadi boyunca da boy göstermekteydiler. Öyle ağaçlar vardı ki emektar oldukları, her hallerinden belliydi. Etraflarına güven verircesine, gökyüzüne doğru yükselmekteydiler. Eğer elleri olsaydı, gök kubbeyi tutabilecekmiş gibi bir hisse kapılırdınız.
Kırların hemen etrafında bulunan kargalar, vadinin iç kısmında, geniş yaprakları olan ağaçların bulunduğu bölgeye doğru, hızla kanat çırparak, aniden inişe geçtiler. Ağacın, en ince dal parçasının üzerine doğru konduklarında ise dal parçası, ağırlığında etkisiyle, hafiften sallanmaya başlıyordu.
Oldukça, aç görünüyorlardı. Bütün bir gün, yiyecek bir şeyler arıyorlardı lakin gün boyunca uçmuş olmalarına rağmen, mideleri bomboştu. Dışarıda, tehlikeli bir hayat vardı. Her an, başlarına kötü bir şey gelebilirdi. Belli bir süre, etrafı göz gezdirdikten sonra tutunduğu ince dal parçasının üzerinden, hızlı kanat hareketiyle, gökyüzüne doğru kanat çırparak, ilerlemeye başladılar. Hiçbir şeyi umursamadan, havada süzülüyorlardı. O yükseklikte, bir nevi kendi sınırlarını test ediyorlardı.
Küçük Sam, o kadar hızlı koşmaya başlamıştı ki, arkasından bir toz yığını bırakmıştı. Bir türlü hızını alamıyordu. Ciğerleri bu durumu, belli bir süreden sonra kaldıramayacak noktaya gelmişti. Nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Vücudu ise artık ona isyan ediyordu. Koşmaktan, bitap hale gelmişti. Dudakları sıcaktan o kadar büzülmüştü ki ara ara soyulmaya yüz tutuyordu. Sağ elini, dudağına doğru götürdü. Dudağındaki kurumuş deri tabakasını, yavaşça koparmaya başlıyordu.
Bugün çok fazla yorulduğunu, neredeyse tüm bedeninde hissedebiliyordu. Biraz da olsa dinlenmesi gerektiğini, geçte olsa anlayabilmişti. Babasının ona doğru seslendiğini duyunca, bedeni aniden buz kesti. Yine ne için çağırıyordu? Bunları düşündükçe, birden içi daralmaya başladı. Bazı durumlarda, hiç bir şey yapmak istemiyordu. Bu da o günlerden biriydi. Fakat iş işten çoktan geçmişti. Sorgu vakti gelmişti. Bundan da artık kaçış yolu yoktu.
Babasına doğru, ürkmüş bir halde döndü. Biraz da olsa heyecanlanmıştı. Kelimelerini, düzgünce seçmeye gayret gösteriyordu. O an yanlış bir şey söylemekten, oldukça çekiniyordu. Eğer bir pot kırarsa, bu güzel günü mahvedebilirdi. Böyle bir durumla karşılaşmak, onun için çok yıkıcı bir etki yaratırdı.
"Tamam baba, zaten evde canım çok sıkılıyor. Biraz daha koşsam, ne olacak ki?" diye sorduktan sonra masum masum babasına doğru bakmaya başladı. Bu genelde, çok işe yarardı. O da, bunun gayet farkındaydı.
Babası, oturduğu yerden ayağa kalkmaya çalıştığı esnada, ayağına birden kramp girdi. Bu ağrılar, onda ara ara ortaya çıkardı. Büyük babası da bu ağrılardan hep şikayetçiydi. Babasının mirası, bir nevi ona kalmıştı. Sağ ayağını, hafifçe ovduktan sonra hareket ettirebildiğini fark etti. Bu duruma, biraz da olsa sevinebilmişti. Çünkü kat edeceği uzun bir yolu vardı. Ayağa kalkmayı denedi. Önce sol elini destek yapıp, kalkmaya çalıştı. İlk denemesi, başarısız olmuştu. Yüzünde ki kırışıklar, o esnada belirgin bir şekilde gözüküyordu. İkinci denemesinde ise ayağa kalkmayı başarabilmişti. Eski günlerini arıyordu. Daha çevik olduğu, o güzel yılları ama zaman hepsini ondan almıştı. Geriye ise yorgun bir adam bırakmıştı.
Yüzünü, güneşe doğru döndü. Güneş ışınları, bedenini aydınlatıyordu. Bugün, güzel bir hava vardı. Genelde, böyle havaları kaçırmak istemezdi. Böyle zamanlarda, Sam 'i dışarı çıkarmaya çalışırdı. O masum bakışları gördükten sonra bir anlığına, yüzünde bir gülümseme belirdi. Bunu kendisi de hiç beklemiyordu. Bulunduğu yerden, aniden kıpırdanmaya başladı.
"Biliyorum ama biraz yavaş ol oğlum. Çok hızlı koşuyorsun. O yüzden, beni korkutuyorsun. Bu vadi, biraz eğimli, eğer düşersen bir yerini kırabilirsin," dedikten sonra gözlerini, vadinin uçsuz bucaksız güzelliğine doğru çevirmişti. İşin aslı ise bulundukları vadiyle ilgili çeşitli söylentiler, kulaktan kulağa çok hızlı yayılıyordu. Bu durum, onu biraz da olsa korkutmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLAR VADİSİ
ActionArmelos'da garip olaylar yaşanmaktaydı. Fakat bundan habersiz olan çocuklar, kendilerini büyük bir tartışmanın içinde bulmuşlardı. Sarp kayalıklarla çevrili, oldukça yüksek olan bu tepeye tırmanmak istiyorlardı. Bu inatlaşmanın onları nereye götürec...