1. Bölüm(Yıllar Sonra)

47 8 11
                                    

Aşklarım öncelikle;Hoşgeldiniz! Uzun bir süredir platformda hikaye yazmıyordum. Açık konuşmak gerekirse geri dönmeyi düşünmüyordum. Gene düşünmekten uyuyamadığım bir gece birden aklıma geldi bu kurgu ve dedim ki "Neden olmasın?" sonuç olarak buradayım.🤍🤍🤍

Umarım Yaz Güneş'i ufacık bile olsa hayatınızın bir kuytu köşesine dokunur. Keyifli okumalar dilerim!

Mini Notcuk: Oy ve yorum ellerinizden öper :)

Huh! Vay be! Yıllar sonra yollarımız tekrar kesişti Kınalıada. Şaka gibi ama maalesef ki değil. Tam 22 yıl sonra zorla koparıldığım adama gelmiştim. Benim adam... Çocukluğumun adası... Yaz Güneş'inin adası...

Telaşlı adımlarla peşimde valizimle vapurdan indim. Nereye yetişeceksem? Gerçi bir yere yetişeceğimden değil de korkumdandı bu telaşlı adımlarım. Evet, ben korkuyordum. Hem de deli gibi. Suçluların korkulu rüyası olan Savcı Güneş Sevimer'in korkudan elinin ayağının titrediğine kim inanırdı ki?

Yaşadığım şeyler kolay değildi. Daha iki gün önce 22 yılımın yalan olduğunu öğrendim. 22 yılım öz annemden dolayı bir yalandan ibaretti. Babamdan boşandıktan sonra beni de alıp adayı terk etmişti ve yıllarca bana onların beni istemediğini söyleyip durdu. Ben de buna inandım. Çocuktum daha! Dört yaşımdaydım! Nereden bilebilirdim öz annemin beni kandırdığını. Her şeyi iki gün önce doğum günü partimde öğrenmiştim.

2 GÜN ÖNCE

Üzerimde beyaz elbisem, kafamda incili tacım ve ayaklarımda beyaz topuklularım vardı. Yavaş ve zarif adımlarla aşağı indim. Topuklularımın çıkardığı sesten dolayı herkesin bakışları bana; partinin yıldızına döndü.

Bir anda alkış sesleri ve "İyi ki doğdun!" nidaları duyulmaya başladı. Herkse ufak tebessümler göndererek doğum günü pastamın olduğu masaya yürüdüm. Masadaki şampanya dolu olan bardağı aldım ve bıçakla ona hafif vurdum. Konuşma yapmamın zamanı gelmişti.

"Herkese merhaba! 26. yaş günümde beni yalnız bırakmadığınız için hepinize çok teşekkür ederim. Bu salondaki herkes hayatıma çok şey kattı. Çok güzel günler geçirdik. Beraber geçireceğimiz daha nice güzel günlere şerefe!" dedim ve elimdeki şampanya kadehini kaldırdım. Salonda "Şerefe!" sesleri dönerken şampanyamdan bir yudum aldım ve doğum günü pastamı üflemeye çalıştım. Evet, çalıştım çünkü abim Murat buna engel oldu. Ben ona anlamsızca bakarken o bana "Önce dilek tut prensesim." dedi. Tabi ya! Dilek...

Gözlerimi kapadım ve içimden "Umarım hayatıma güzellikler getirirsin 26. yaşım." dedim. Sonra da pastadaki mumları üfledim.

Bir süre müzik eşliğinde danslar edildi, içkiler içildi ve fotoğraflar çekinildi. Sıra hediyeleşme faslına gelmişti.

İlk önce annem ve Haluk Bey verdi hediyelerini. Haluk Bey annemin eşi; benim de üvey babamdı. Annem boşandıktan bir ay gibi kısa bir süre sonra Haluk Bey ile evlenmişti. Annem ne kadar Haluk Bey'i baba yerine koymamı istese de koymadım, koyamadım. O yüzden baba sevgisinden yoksun büyümüş bir kızdım ben.

Annem ve Haluk Bey sırayla bana sarıldılar. Sonra annem bana bir kutu uzattı ve "İyi ki doğdun, iyi ki benim bebeğimsin." dedi. Evet, annemin gözünde asla büyümüyordum.

Kutuyu açtım ve içinden çok güzel bir saat çıktı. Saat takmayı çok severdim. Bunu etrafımdaki herkes bilirdi. Günlük hayatta zaten dakik birisiydim ama bir de buna işim eklenince iyice dakik bir insan olmuştum. O yüzden her zaman sol bileğimde bir saat olurdu.

Anneme ve Haluk Bey'e teşekkür ettikten sonra yanıma abim geldi. Murat, Haluk Bey'in ilk karısından olan oğluydu. Öz olmasak bile her zaman benim için bir abiden farksız olmuştu.

Bana pembe, üzeri beyaz bir kurdele ile sarılı bir hediye paketi uzattı. Sanki küçük bir çocukmuş gibi hevesle açtım paketi. İçinden el emeği bir anı albümü çıktı. Abimle çocukluğumuzdan beri olan tüm fotoğraflar bu albümün içindeydi. Tek tek yanlarına tarihi ve o gün ne yaşandığı yazılmıştı.

İster istemez duygulanmıştım. Abim ile asla birbirimize pahalı hediyeler vermezdik. Bizim için maneviyat çok önemliydi ve bu hediyenin bendeki manevi değeri çok büyüktü.

Hızlıca abime sarıldım. Onun göğüsünde ağlarken ağzımdan "Abi..." diye bir hıçkırık döküldü. Abim hemen birkaç adım uzaklaştı benden. Çenemden tutup ona bakacak şekilde başımı kaldırdı ve "Hey, prensesim! ben o güzel zümrüt yeşili gözlerinden incilerin dökülsün diye vermedim ki bu hediyeyi." dedi. Ben de hemen burnumu çekip göz yaşlarımı sildim.

Gece güzel bir şekilde devam ederken kalabalıktan bunalmıştım. Terasa çıkıp biraz hava almak istedim. Evin arka tarafına doğru yürüdüm ve evin terasına açılan mutfağa gittim. Terasta yalnız olurum diye düşünmüştüm ama annem ve Haluk Bey oradaydı ve hararetli bir şekilde bir şey tartışıyorlardı. Normalde dinlemez, giderdim. Fakat adımın geçtiğini duyunca ister istemez kulak misafiri oldum. Göremeyecekleri bir şekilde duvarın arkasına geçtim ve onları dinlemeye başladım.

Haluk Bey "Daha ne kadar gerçekleri saklayacaksın? Daha ne kadar Güneş'e yalan söyleyeceksin?" diye anneme bağırdı. Ne yalanı?

Annem her zamanki gibi tepkisiz kalmadı ve "Ne diyeyim? 'Ben seni 22 yıl boyunca kandırdım. Aslında yıllar boyunca senden nefret ettiklerini söylediğim baban ve abilerin seni çok seviyorlardı ama ben seni onlardan kopardım.' mı diyeyim?" diye karşılık verdi.

Duyduklarım ile birkaç adım sendeledim ve mutfak masasına çarpıp üzerindeki vazoyu düşürdüm. Düşen vazonun çıkardığı ses ile ikisinin de bakışları bu tarafa döndü. Annem ilk defa acıyan gözlerle bakıyordu bana. Evet, acıyan. Öz kızına acıyordu.

Duyduklarım bir şaka olsun diledim. 22 yılım yalandan ibaret olmasın istedim. Boşuna baba sevgisinden mahrum olmamayı istedim. Ama sadece istemekle kaldım.

Arkamı döndüm ve hızlı adımlarla evin dış kapısına doğru yürüdüm. Annemin yalvaran sesi kulaklarımda uğulduyordu ama ben onu dinlemeden evden çıktım.

Bomboş adımlarla duyduklarımı idrak etmek isteyen bir biçim de sokaklarda yürüyordum. Nereye gittiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Sadece yürüyordum.

En sonunda Kordon'a varmıştım. Halbuki evim Kordon'a uzaktı. Demek ki bayağıdır yürüyordum. Canlı İzmir akşamı bu sefer sessiz ve sakindi. Sanki içimdeki yası biliyordu.

Geçtim bir banka saatlerce oturdum. Gecenin karanlığında oturduğum bu bankta Güneş'in doğmasını izliyordum.

Peki ya şimdi ne yapacaktım? Kınalıada'ya geri mi dönecektim? Babam ve abilerim bu durumu nasıl karşılarlardı? Acaba beni özlemişler miydi?

Soruların zihnimi kemirmesini durdurmam gerekiyordu. Kararım kesindi; Kınalıada'ya geri dönecektim.

Aşlarım ilk bölümü nasıl buldunuz?

Seviyorum sizleri ve bolca öpüyorum!

Bir sonraki bölümde görüşürüz💘

Yaz GüneşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin