1- Bazı İhanetler Üstüne

18 2 0
                                    

                                                                  Trepidation - Stan Christ

   Nunca podrás cruzar el océano hasta que tengas el coraje de perder de vista la costa.

 İhanet; biz daha yaratılmadan kanımıza üflenmişti. Damarlarımız da akan kan ne kadar sıcaksa, ihanet öyle soğuktu. İhanet etmek bazen sırta batan bir bıçak bazense kulağa fısıldanan bir söz kadar yakındı. İhanet ettiğini sıralarken kurduğun cümlelerde ama olmamalıydı. Aması yoktu. İhanet , ihanetti.

Motorumu fabrikanın önüne park edip, üstünden indim. Etrafta kimse yoktu. Bu araziye giren olmazdı da. Kaskımı da vitese asıp ileri adımladım. Koskoca fabrikanın kapıları yalnızca paslı bir zincire tutunuyordu. Kenarda duran kırık taşı alıp, kilidin üstüne vurdum. Ziyadesiyle paslanmış kilit anında ufalanıp önüme düştü. Benim itmeme gerek kalmadan , iki tarafa açılan kapıdan yayılan tozla ağzımı ve burnumu kapattım. Aslında dışarıda dursam benim için daha iyi olacaktı ama içimi kaplayan merakla içeri adımladım. 

Rutubetin yayıldığı duvarlardan kalkan kabuklar yerde birikmişti. İçerisi boştu, işlerini her zaman iyi yaparlardı. Fabrikanın ortasına geldiğimde kafamı yukarı kaldırdım. Alabildiğince geniş olan fabrikanın üst kubbesi camlarla kaplıydı. Tam kafamın üstünde üç tane geniş depo bulunuyordu. Kenarda ki kırık merdivenlerle üst katta çıkılmaz hale gelmişti.

Telefonuma gelen bildirim sesiyle cebimden çıkardım. Canlı kayıt başlıyordu. Fabrikanın girişinde duran boş varili köşedeki kolonun önüne çekip ters çevirdim. Sırtımı duvara yaslayıp kulaklıklarımı taktım. Bu kaydı izlemek için Fırat'a yalvarmıştım. Normal bir zaman da sıradan bir vatandaşın böyle bir baskın kaydını izlemesi yasaktı. Ama ne normal bir zamandaydık ne de ben sıradan bir vatandaştım.

 Bu gece tam beş farklı yere eş baskın düzenleniyordu. İkisi İstanbul'un farklı noktalarında ki limanlardı. Diğer ikisi ise Ankara'da ve İstanbul'da ki silah fabrikalarınaydı. Öteki adres ise yine İstanbul'da bulunan Türkiye'nin en büyük kumarhanesiydi. Kumarhaneye giden ekipte Fırat'ta vardı. Özel harekat ve Ahlak şubeyle beraber yürütüyorlardı operasyonu.

Görüş açıma giren kamera da görünen yüzler maskeliydi. Kamuflajlı askerlerin göğüslerinden yukarısı görünüyordu. Açılan sürgülü kapıdan inen askerlerin botlarını izledim bir süre.

"Sayın Savcım."

Sonunda kameranın açısına Fırat girmişti. Kameraya doğru bir bakış atıp geri kafasını yukarı kaldırdı. Benim izlediğimi elbette biliyordu. Kaydı izlemem için gönderen oydu. Her ne kadar hiç istemese de.

"Toplanın! Bak buraya!"

Fırat'ın yanında duran benim de birkaç defa gördüğüm Komiser Çağandı. Organize Komiseriydi aynı zamanda Fırat'ın da arkadaşıydı.

Etrafı çevreleyen polislerle Fırat konuşmayı ele aldı,

"Sizin de bildiğiniz üzere içerisi Ulubalara ait bir kumarhane. Aldığımız istihbarat ve belgeler ışığında bugün aynı zamanda diğer dört farklı adrese intikal ediliyor. Arkada iki kapı var, yer altından ormana çıkan bir kapı daha var. Orman tarafında ekipler bekliyor bu yüzden alt kata ineni görürseniz durdurmayacaksınız. Bırakın gitsin, kucağımıza düşecek her nasılsa."

Kameranın oynamasıyla askerlerin başlarını salladığını anlamıştım. Silahının şarjörünü kontrol eden Fırat devam etti,

"Onları hep beraber çökerteceğiz. Kimse işini şansa bırakmasın. Kimse kendi başına hareket etmeyecek. Önceliğimiz Uluba soyundan herhangi birine ulaşmak , unutmayın. Çağan Komiser sen ve ekibin arka tarafı saracaksın. Zülfikar Amir sen de benimle öndesin."

HERİDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin