Minho'dan....
'Hotel Metropole' diye mırıldanmıştım. İşte burada bana verilecek oda cehennemim olacaktı.
Güvenlik görevlisi beni odama götürürken sorduğum her soruyu cevapsız bırakmış, üstüne bir de göz teması bile kurmamıştı. Tüh, göz temasına da çok dikkat ederim oysaki.
Hatta fiziksel temas etmemek için bile çok çaba sarf etmişti, ne yazık!"Bayım, yemek verilecek mi?" Tamam işte bu çok saçma bir soruydu. Yapılacak olan işkencenin içinde yemek verilmesi cidden anlamsızdı. Ama daha tuhaf olan şu ki; yemek varmış yani başını salladı, bu evet işaretiydi.
Bak işte bu beni daha da korkutmuştu. Yemek varsa, işkencenin derecesi artacaktı muhtemelen."Sorgular.... Ah, evet sorgular ne zaman başlıyor?"
Cevapsız kalmıştı.
"Eşyalarım, özellikle de sigaram benimle kalabilir mi?" Tabiki de hayır diyecekti, neden sormuştum ki? Ayrıca sürekli göz teması kurmaya çalıştığım için gözlerindeki ifadeyi okuyabiliyordum, 'sus artık' diyordu bana gözleri.
Konuşarak içimdeki gerginliği bir nebze de olsa atmaya çalışıyordum, ama boşunaydı.
Ve işte gelmiştim.... Millet, kabusuma bir merhaba deyin!
Tamam, ne yalan söyleyeyim bu oda o kadar da kötü değil. Başlarda gayet de rahat görünüyordu. Yani insanî ihtiyaçlarımı karşılayabiliyordum. Bir yatak, bir banyo, bir koltuk vardı ve parmaklıklarla kaplı olsa da bir pencere -boş bir duvara bakıyordu-.
Ve yemek de veriyorlardı, yani sanırım.Ama insanî ihtiyaçlar bunlardan ibaret değildi. İnsanın sosyalleşmeye, göz teması kurmaya, sarılmaya, karşılıklı konuşmaya da ihtiyacı vardı. Belki bir insan sesi, belki bir canlı sesi; belki de fiziksel bir temasa ihtiyacı vardı. Ama bu oda bana kesinlikle bu konuda yardımcı olmuyordu da olmayacaktı da.
İlk iş yatağa uzanıp rahatlığını test ettim, idare ederdi bence bir çeşit toplama kampına göre.
Ne kadar insanca geliyor değil mi? Benimle gelenlerin hepsine birbirinden uzak kendine ait odalar, yemek var, özel bir banyosu var....
Ama bu işin asıl bir arka planı var.Hukuk müşavirliğimizi yakaladıkları için gelmiştim buraya. Babadan oğula bir şekilde işletiyorduk büromuzu. Ayrıca imparatorluk ailesinin bazı üyelerinin fonları bize verilmişti. Ve onların da maalesef ki bizim büromuzda da adamları vardı, ki ben bunu çok geç fark etmiştim iş işten geçmişti.
Burada ne kadar kalacağım hakkında ya da ne kadar hayatta kalacağım hakkında bir fikrim yok açıkçası.
İlk 24 saat beni alıp ölesiye dövmelerini ya da fiziksel işkence çektirmelerini bekledim. Belki el bileklerimden bir süre asabilirlerdi ya da ne bileyim işte bir şeyler yapacaklardı elbet. Evet, öylece oturup bekledim. Çünkü millet, bu odaların asıl sahibi nazilerdi! Burada insanca bir şeyler yapmalarını beklemiyordum.
Duvara baktım, odanın genişliğini saydım tekrar -adım yoluyla-, duvardaki çatlakları saydım. Ve sonra yapacak bir şey kalmadığında düşüncelere daldığımda kafama bir şey dank etti, hatta dank etmek değil de basbaya kafama sıkılmıştı sanki.
Bu lanet olası oda sandığımdan daha zekice düşünülmüş bir psikolojik işkence odasıydı.
Elden ne gelirdi ki, bir Yahudiydim.
Her şeyimi almışlardı. Saati zamandan haberdar olmayayım diye, kalemi bir şeyler yazmayayım diye, bıçağı damarlarımı kesmeyeyim diye; sigara gibi en ufak bir uyuşturucu madde bile yasaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hanareru, minsung
Fanfiction"Bir bardak daha votka içsem de öleceğim, bir bardak az içsem de öleceğim, hiç içmesem de öleceğim." Bir oda düşünün, oyalanabileceğiniz tek bir şey bile yok, ve orada uzun bir zaman geçiriyorsunuz. Evet, bir tür psikolojik işkence. ,,,,29/11/2023...