GİRİŞ

2K 163 205
                                    

Gece tehlikeli, dağ buz gibiydi.

Gökyüzünün siyahlığı bedenimi sararken, neredeyse çıplak kalmış vücuduma esen soğuk rüzgar beni hayattan tam anlamıyla koparmaya yetecek kadar aşırıydı. Bacağımdan, göğsümden, sırtımdan ve kolumdan akan kanlar yüzünden hareket etmekte aşırı derecede zorluk yaşıyordum.

Kesik nefeslerin beni ne kadar idare edeceği muammaydı, yaklaşık beş yüz metre ötemdeki eve baktım. İncinmiş kolumdaki sızı gözümden yaşlar boşalmasına neden olacak kadar kuvvetliydi. Kolay kolay acıdan ağlayan biri değildim ancak bu, çok ama çok fazlaydı.

Biraz daha gayret et.

Biraz daha...

Yere yığılırsam bir daha kalkamazdım, dizlerimin üzerinde sürüklenmeye başladım. Tek kol beni beş yüz metre daha idare etmek zorundaydı. Ben eğitimde elleri ayakları bağlı taşlı yol üzerinde sürünerek kaç metre ilerlemiş kadındım, bunu elbette ki yapacaktım.

Tek sorun üç gündür iki bardak su dışında hiçbir şey içmemem, tek bir lokma yemek yemememdi. Ah, bir de vücudumdaki yaralar... Yüzüm kanla kaplanmıştı, bir gözüm şişmişti. Tanınmaz haldeydim.

Kararan gözlerimi sımsıkı yumdum, halledeceğime emindim. Ölümüm bu şekilde olmayacaktı; daha okumam gereken binlerce satır, yazmam gereken onlarca kitap, söylemem gereken milyonlarca kelime, tatmam gereken yüzlerce tat ve kesmem gereken sayısız erkek vardı! Her iki anlamda da.

En önemlisi... Şu an ölemezdim, bu kadar önemli bilgilere erişmişken olmazdı! Bu yolda yalnızdım, ölürsem her şey biterdi.

Dizlerime yüklendim, enerjimi fazla harcamamaya dikkat ederek tek elle emeklemeye başladım. Tek tük dağılmış olan ağaçların dipleri saklanma kolaylığı sağlarken yaralarıma batan dikenler acımı katlamak için yemin etmiş gibiydi.

Derin nefesler almaya çalıştım.

Başaramadım.

Zihnimdeki sesi dinlemeye çalıştım, tek sığınağım şu an hayatta kalma içgüdümdü. Gözlerim önümü yarı yarıya görüyordu. Her yer bulanıktı.

Yaklaşık üç yüz metre...

Dayan, geldin sayılır.

Dizlerim parçalanmıştı, oradaki etlerin kopacak olduğunu hissediyordum. Dayanamayacak gibiydim fakat hala direniyordum. Nefes almayı unutmamalıydım. Burundan al, ağızdan ver. Evet, böyle olmalıydı değil mi?

Elli, kırk, otuz...

Kapının önüne yığıldığımda herhangi bir şey söyeyemeyecek kadar kuruydu ağzım, dudaklarımı bile aralayamıyordum. Acımayan kolumu kaldırdım, kapıya bir kez vurdum fakat sesinin çıktığından şüphe ediyordum. Halim yoktu, artık kolumu kaldıramıyordum.

Sanırım yolun sonuna gelmiştim, gerçek anlamda. Her şey bitmişti.

Sırtımı kapıya yaslamaya çalıştım fakat bunu da başaramadım, kapının önündeki toprağa yığıldım. Gecenin körü olmalıydı, muhtemelen saat iki ya da üç sularıydı. Kuzey Irak'a yakın bir yerlerde olmalıydım.

Sanırım adım sesleri duydum, ya da Azrail yavaş yavaş yanıma geliyordu. Uyku o kadar tatlı gelmeye başladı ki, gülümseyerek gözlerimi kapadım.

Demek ki ölümün burada, bu şekilde olacaktı.

Kapı açılma sesini duydum fakat gözlerimi açamadım, artık çok geçti. Dağın başında ülkenin en zor bulunan kanını nereden bulacaktı ki? Muhtemelen teröristti, Türk askerine mi yardım edecekti? Kan kaybım çok fazlaydı, hastaneye gidemeden yolda ölürdüm.

Buraya kadar gelmemdeki umut ne zehirli, ne de fenaydı.

Hiçbir ses duymadım fakat bana doğru eğildiğini hissedebiliyordum. Nabzımı ölçmek için parmaklarını boynuma götürdü, "Hayattasın" diye fısıldadı, konuştuğu dil Arapçaydı. "Beni duyuyor musun? Kahretsin, dinç görünüyordun!" Elini burnuma getirdi. Solunumla alakalı bir problemim var mı onu kontrol ediyordu. Burnumdan verdiğim nefes onu rahatlatırken "Bir işaret verebilecek misin? Bilincin..." diye fısıldadı. Gözlerimi açmak çok zor gelse de, son göreceğim şeyin kan dolu bedenim olmasını istemedim. Yeşil irislerim gecenin karanlığında kaybolmuş koyu renkli irislerini bulduğunda dudaklarımı oynatarak "Su..." demeye çalıştım. Hemen ayaklandı, kapının yanında acil yardım dolabı olduğunu tahmin ettiğim yerden bir şişe su ve pamuk aldı. Suyu pamuğa döktü, dudaklarıma yavaşça dokundurarak susuzluğumu gidermeye başladı.

"Kırığın var mı?" diye sordu, bilincimin gideceğini bildiği için hızlı cevaplar almak istiyordu. Zar zor ayakta durduğumun elbette ki farkındaydı.

"Yok..."

"Emin misin?" diye sorarken bakışları vücudumdaki yaralardaydı. O da ne yapacağını bilemiyordu büyük bir ihtimal.

Kafamı aşağı yukarı salladım, enerjimi buna harcamak istemiyordum.

"Öldür beni lütfen," diye fısıldadım. Susuzluğum fazlasıyla gitmişti, konuşacak halim vardı en azından. "Acı çekerek ölm-"

"Ne saçmalıyorsun?!" diye bağırdı. "Kan grubun ne?"

"Dağın başında... Kanı... Ner-"

"Kan grubun ne?" derken beni kucağına almış içeriye doğru yürümeye başlamıştı. Ayağıyla kapıyı kapattı.

"AB Neg..." devamını getiremeden kapanan gözlerime tekrar gülümsedim. Ölüm herkesin dediğinin aksine fazla sıcaktı.

"Demek ki dağın başında da kan bulunabiliyormuş, kapatma gözlerini. Konuş benimle lütfen." Bir odaya girdi, sedye benzeri bir yatağa bırakıldım.

"Hayatta kalmak istiyorsun, bunu biliyorum. Kapama gözlerini, yalvarırım."

İlk defa biri yaşamam için yalvarıyordu.

Sonrasınıysa hatırlamıyordum.

Sonrasınıysa hatırlamıyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

~

Ay yeni bir kitaba başladım, çok heyecanlııyııımm.

Asker kurgusu arıyordum, tam istediğim şeyi bulamadım. Ben de kendim yazayım dedim. Bence aradığınız şeyi burada bulacaksınız, söyleyeyim.

Burası da arkadaşlarınıza kitabı önerme mekanınız olabilir bence. Bu denli dedikodu bünyeye zarar diyorum, biraz da okuduğunuz kitaplardan bahsetmek lazım değil mi ğskdpskdpskd

Çok heyecanlıyım. Umarım siz de öylesinizdiir!

Yeni bölümde görüşmek üzere! Hoş kalın<3

YALVARIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin