Tüm takım taklavatı topladık geldik. Hakan ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi kamufle olabileceğimizi söyledi. Benim elim ayağıma dolaşıyormuş da, kendisinin de Serra'ya operasyon çekmesi kalabalıkta daha kolay olurmuş da, falanmış da, filanmış. Hayır ben ne zamandan beri Hakan'ın komutasındayım onu da bilmiyorum. Tüm kontrolü resmen ele geçirdi şerefsiz. Sıçmasak bari
Giyindik bayram çocukları gibi, bi saçlarımı yana yapıştırmadık desem yeri. Üniversitenin bünyesinde bir oyun olması izleyici kitlesinin de yüzde doksanının öğrenci olması anlamına gelir. Her yıl konservatuvar öğrencileri yıl sonu projesi olarak birkaç oyun sahnelerler. Hocalar da bu performansa göre oyunculuğa, senaryoya hatta kostüme bile ders notu girerler. Oyun tutulursa bir süre gösterimde kalır ve böylelikle öğrenciler hem üç beş kuruş kazanırlar hem de deneyim. Geçen yıllarda birkaç kez gelmiştim. Aslında hem öğrenci dostu bilet fiyatları, hem geleceğin yıldızlarının yıldız olmadan önce sahnede varını yoğunu ortaya koyarak gösterdikleri performansları bizim için büyük sanş denebilir.
Gözüme siması tanıdık gelen bi sürü öğrenci gördüm. Oyunun afişinde bir gelin vardı, yüzü kanlı bir duvakla örtülüydü. Korkunçlu bir oyun muymuş dedim, dram beklerken. Etrafa dikkatlice kaç kez göz gezdirsem de ne Yiğit, ne Serra'yı göremedim. Bendeki biletlerin ilk sırasına ben oturdum, onyedi numaradan itibaren koltuklar sıranın sonuna kadar bizimdi.
Uğultular, ayak sesleri sakinleşti, oyun saati gelmişti demek ki, biz de geyik yapmayı kesip yerlerimize yerleştik. Salon kararınca da tam bir sessizlik hakim oldu. Sahnenin ışıkları modern bi müzik eşliğinde açılırken artık oyuna tüm dikkatimi vermeye hazırdım.
Oyun rönesans devrinin aşk hikayelerinin günümüze uyarlaması gibiydi, kostümler modern ancak konuşulan aksan yetmişlerin seksenlerin İstanbul türkçesi denilen gibiydi. İhtişamlı bir salon, zengin bir baba vardı sahnede. Kızı için en iyisini isteyen baba, yine kızı için en doğru kocaya karar vermişti. Sanırım verilmek istenen mesaj çağ ne kadar modernleşirse modernleşsin aileler çocuklarının kaderlerini kendileri belirlemekten vazgeçmezler.
Yanımdaki on altı numaraya biri oturunca refleks olarak kafamı sola çevirdim. Telaşla ve insanları rahatsız etmenin verdiği utançla küçülerek koltuğa yerleşmeye çalışıyordu. "Ozan?" Evet Ozan. "Yiğit?" İki saniye sessizce gülümsedik birbirimize. İkimiz de sahneye çevirdik yönümüzü. Aklıma gelen şeyle kendimi hafifce boynuna yaklaştırdım "Serra nerde?" Diye sordum. Hafif sağa doğru çevirdi başını ve nerdeyse burun burunaydık. Dudaklarıma gözleri değdi ve tekrar gözüme çıkardı gözlerini. Heyecandan bayılmamışımdır umarım. Bayılsam illa anlardı dimi? Başını sahneye çevirdi ve çenesiyle işaret etti "orda..."
Aygın baygın gözlerimi, ve hatta yarı açık şuurumu gösterilen tarafa doğru sadece komut köpeği gibi çevirdiğimde sahneye tüm aurasıyla giren Serra'yı gördüm. Gözlerim hayalet görmüş gibi açık kaldı. Birden bacağıma yediğim sert tekmeyle sağıma döndüğümde Hakan'ın da benimle aynı durumda olduğunu gördüm. Abi bu ne demek oluyo şimdi der gibi bakıyordu mal mal. Ben de ne bileyim oğlum ben de şimdi gördüm der gibi yüz ifadesi yaptım.
Sahnedeki Serra yani Jülide karakteri muazzam bir performansla babasına o adamla evlenmek istemediğini söylüyordu. Zaten sevdiği bir genç olduğunu ve zorlarlarsa bu evden gideceğini bağırıyordu babasının yüzüne. Anne karakteri telaşla ara bulmaya çalışıyor. Bir yandan da kızını sakinleştirip, babasını anlamasını tembihliyordu. Jülide salondan büyük bir öfkeyle çıktığında ışıklar söndü. Sahne değişti.
Bir derslikte iki genç fısıltıyla konuşuyorlardı. Jülide babasıyla olanları karşısındaki gence anlatıyor, genç hiddetle sınıfta volta atıyordu. Bu sahne? Bu sahne bana neden çok tanıdık geliyor? Daha yirmi yaşındasın, babanın bu anlamsız evlendirme çabası neden? Diye sordu delikanlı. Kız mahcup, suç işlemiş gibi ürkek cevap verdi babamın evlenmemi istediği çocukla bir davette kısa bir sohbetimiz olmuştu, inan kötü bir niyetim yoktu, yanlış hisse kapılmış olmalı, bunun için kızma bana olur mu?
Çocuk yaklaştı kıza şefkatle baktı, sağ elinin üstünü öpüp yanağına koydu sana nasıl kıyarım ki ben, bilmiyor muyum ne kadar temiz olduğunu, benden başkasına o gözle bakmayacağını? Kız elini çocuğun yüzünde çevirip yanağını okşadı. Ne olurdu seninle özgür olabilseydim, bu benim sevdiğim adam herkes böyle bilsin, bilsin de aklından başka şeyler geçirmesin diyebilseydim?
Çocuğun gözleri doldu bir kaç adım uzaklaşıp karşısında durdu
Güzelim sabret biraz daha... Duyulursa rahat vermezler ikimize de. Ben istemiyor muyum sanıyorsun bu güzel kız benim sevgilim diye herkese ilan etmeyi? O kahrolası hayran bakışları yere indirmeyi? Neden bu kadar güzel olmak zorundasın sanki? Olmasaydın da severdim ben seni, ruhundan tanırdım hem...Gözlerim doldu. Sahnede bu denli duygulanacak hiç bir şey yoktu. Zaten ben de buna ağlamıyordum. Olabilir miydi? Sadece bir prova olabilir miydi gördüğüm şey. Heyecanla gözümü ayırmadan ikisini izlemeye devam ettim. Sanki seyirci koltuğunda değil de, o sınıfın üst kapısının arkasında gizlice izliyordum onları, o günkü gibi.
Çocuk kızı tuttu kendine çekti ve bizim öpüştüklerini düşüneceğimiz bir açıdan dudaklarına yaklaştı. Öylece kaldıklarında ışıklar kapanmıştı. Ben de öylece kalmıştım. Kolumu Yiğit'in dürtmesiyle kendime gelip kafamı dalgın şekilde ona çevirdim. Yüzüme sorar gibi bakıyordu. "iyi misin Ozan?" Dolu gözlerimle dudaklarımı birbire bastırıp gülümsedim "hiç bu kadar iyi olmamıştım" dedim. Şuan gözlerimden herşeyi anlama ihtimali vardı ve benim umrumda değildi. "Ne güzel... Hep iyi ol da sen..." dedi benim gibi kocaman güldü dudaklarını aralamadan
Sağıma döndüğümde Hakan'ın hipnoz olmuş gibi sahnede kaldığını gördüm. "Kanka plan iptal, yanlış alarm... Alo hakan burda mısın?" Biraz dürtünce şaşırarak bana döndü haa! dedi hanzo
" Kardeşim ben yanlış şey yapmışım, bu ikisi manita değilmiş ya kusura bakma seni de şaşırttım" bir şey söylemeden öyle kaldı, tekrar sahneye döndüğünde onun da rahatladığını hissettim.Yiğit'e dönüp onun oyunu izleyişini izledim. Ama eskisi gibi değildi artık hiç bir şey. Yiğit kimsenin sevgilisi değildi. Suçluluk duymadan uzun uzun baktım ona. Bana dönüp sokuldu ve kulağıma "kimle geldin? Ben bırakayım mı seni eve?" Derken gözleri sahneyle benim aramda gidip geliyordu, öyle karşı konulmazdı ki. Onun bi bana bi sahneye dönen kafasını tebessümle takip ederken "olur bırakırsın" dedim. Olur bırakırsın Yiğit... Ya da keşke beni hiç bırakmasan.
Bu konuyu kendimce açıklığa kavuşturduğuma göre sıra sweat hadisesine geldi. Tamamen kendimi belli etmeden önce Yiğit'in de az da olsa benden etkilenip etkilenmediğinden emin olmak zorundayım.
Oyun bitti, herkes çılgınca alkışlıyordu. Malesef modern çağın Romeo ve juliet'ini izlemiştik. Düğün günü kendini öldürmüştü Jülide. Onu kaçırmak içi kale duvarı gibi olan evin kapısına dayanan genç oğlan, matemle karşılaşınca delirmiş ve o da kendini oracıkta öldürmüştü. Sanırım oyunun bir ana fikri de modern çağda eski gerçek aşklar kalmadı algısını yıkmak ve gerçekten birini her şeyini verecek kadar sevmenin mümkün olduğunu göstermekti.
Ben Yiğit'e en modern çağın da üstünde duygularla vuruldum. Bi erkeğin, başka bir erkeğe olan aşkı tüm klişelerin ve klasiklerin de üstünde. Dilerim birlikte olmak uğruna ölmemiz gerekmez.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gençler dağılın!
Teen FictionHiç olmaz ya merak ettim... Kimse tamamen göründüğü gibi değildir. Bunu bilir, bunu söylerim ama karşımdaki adam yargılarımla oynuyor... Haklı olduğumu kendime kanıtlamak için selam bile vermeyeceğim birine yaklaşmaya çalışıyorum. Oynat bakalım... ...