Saçları özgürlüğünü haykırırcasına birbirbirinden bağımsızca uçuşurken kalbi anlamlı bir sızıyla parlıyordu.
Ötümsüzleşen duyguları beraberinde girdiği çıkmaz yollar onu sonu gözükmeyen dipsiz bir kuyuya doğru itmişti. Bakışları önünden geçen insanlar arasında usulca dolanırken sanki suçlayıcı bakışlara takılıyordu.
Oysa kimse onun varlığını hissetmiyordu. Yaşadıkları tarihin bir köşesine sıkıştırılmış kalitesi düşük, demode bir filmi anımsatıyordu. Boynu yavaşça bükülürken gözlerinden akan yaş yılların biriktirdiği acının somut hali gibiydi.
Gözlerindeki yaşın sebebi aslında çok derinlere dayalıydı.Tarihin eski sayfalarını kurcalarken şairin altını çizdiği sözleri belirmişti aklında: "Ne çok ölmüştük yaşamak için." Zihin damarlarında dolanan hatıralar kaşlarını çatmasına sebep oluyor. Yaşadıklarının acısı biriktirdiği göz yaşlarını bile kaynatırken, alev alev yandığını kimseye hissettirmemeliydi. O içindeki şefkati yaralamaktan yorulup öldürmüştü. Yerine acımasızlığın tohumlarını serpmişti çünkü o en büyük acımasızlığı kendine yapmıştı.
Gözlerinden usulca süzülen yaşlara inat dudaklarında anlamsızca beliren buse. Yaşamak ne güzeldi aslında yaşatılana. Peki ya o öyle miydi kaç kere saplanmıştı o hançerler sırtına. Düşünmek istemiyordu. Geçmişin kapanmayan yarasından sızan o acıyı hissetmek istemiyordu.
Acı, damarlarında uyuşturucu gibi akarken o sadece unutmaya çalıştı. Gözleri yanıyordu ama canının acıdığını gizlemekte artık usta olmuştu. Bir polis arabası ilerden gelirken içi tuhaf bir his ile dolmuştu gözlerini kapattır kapatmaz duyduğu sesle içinde bir yerlerde çığlık çığlığa ölen yıllarını gördü.
4 Ocak 1999
Arka arkaya sıralanan hızlı adımları, havaya rağmen ilerliyordu. Yağan kar şiddetini gitgide arttırıyordu. Ve o üstünde ki ince bez parçasına rağmen alev alev yandığını hissediyordu.
İçinde biriken korku aklını kurcalarken kendini yola çıktığından beri tekrarladığı cümleleri anımsatarak avutuyordu: "Çocuklarım için" diyordu.
Gecenin karanlığının ardına gömülü aydınlık gibi ruhunun da bu geceden sonra arındırılacağını düşünüyordu.
Gün batımına az bir zaman kalmıştı. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Soğuk hava ciğerlerini doldurduğunda sırtını duvara dayadı. Epey yorgundu.Cebinde ki telefon durmasını bekliyormuş gibi çalmaya başladığında eli hızla cebine kaydı. Arayanı görmesiyle beraber kanının her milimi çekilmiş gibi hissetti. Bir anda bütün cesareti, gücü gitmişti. Ama yine de hızla toparlanıp telefonu açtı beklemenin bir yararı yoktu.
Karşıdan gelen ince cılız ses yüreğini burkmuştu. "Anne, Umut!" Ne olmuştu Umut'a? Telaş içinde gözleri büyürken nefes alamadığını hissetti. Kalbinin sesini duyuyordu. "Susmuyor. Sen gittiğinden beri ağlıyor. Lütfen geri dön." Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlarken bu gece geri dönemeyecek olması boğazını düğümlüyordu. Canı hiç olmadığı kadar acıyordu. Onları ardında bırakıp yaptıkları vicdanını sorgulamasına sebep oluyordu.
Nefes almak zorlaşmış olsa bile derin bir nefes alıp rüzgarı hissetti. Soğuk rüzgar saçlarını uçuşturuyor gözlerindeki yangın, her geçen saniye kendini daha çok belli ediyordu. Yanaklarında ince yollar çizen yaşlar artıkça bedeni ruhunun yükünü taşıyamıyordu.
Birkaç içi boş yalan sözlerle kandırmıştı onları. Telefonu kapatır kapatmaz içine gömdüğü hıçkırıklar gün yüzüne çıktı.
Yakınındaki durakta bulunan sandalyelerin üstü karla kaplı değildi. Oraya oturup başını önüne eğdi. Unutmaya ve kendine gelip gülümsemeye çalışıyordu. Sinirden olsa gerek dişlerini birbine bastırırken bulmuştu kendini. Derin nefesler alıp gözyaşlarını engellemeye çalıştı.
Yanaklarını silip başını kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERİDE BIRAKILAN
General FictionDostunun sinirden alnında biriken terler ilerleyen saniyeler için tehlike teşkil ediyordu. Ümran bunun farkındaydı. Yanında ki adamı uyarmak istese de bir şey söylemiyor sadece bu kaba tartışmayı izliyordu. Taki kulaklarında çınlayan gümbürtü içinde...