bir

165 16 5
                                    

"Heeseung! Erkek arkadaşım gelmiş."

Heeseung iş arkadaşı Wonyoung'un söylediğine tek kaşını kaldırarak tepki verdi. Wonyoung sürekli erkek arkadaşından bahsetse de Heeseung yine de öyle biri olmadığına inanmayı seçiyor ve her fırsatta kızla dalga geçiyordu. Aynı ofisi paylaşan iki kişiye göre araları oldukça iyiydi. Hatta Heeseung için aynısı olmasa bile Wonyoung rahatlıkla en yakın arkadaşının Heeseung olduğunu söyleyebilirdi.

"O bir hayalet mi?" dedi Heeseung gülerek. Kız yüzünü buruşturdu.

"Burada bekle, onu karşılayıp getireceğim."

"5 dakikaya çıkıyorum, hızlı olursan iyi edersin."

"Bekle işte Heeseung-shii"

Kız koşarak ofisten çıkarken Heeseung arkasından gülerek masasını toplamaya koyuldu. Daha kreşten alması gereken kızı ve evdeyken sisteme girmesi gereken bir sürü dosya vardı. Bu yüzden Wonyoung'un erkek arkadaşı (?) pek de umrunda değildi. Ama yine de kızı kırmak ya da üzmek istemiyordu. Çocuğa bir selam verir, sonra da ofisten çıkardı. En azından öyle düşünüyordu.

"Gel aşkım, seni en yakın arkadaşımla tanıştıracağım. Hem de aynı ofiste çalışıyoruz." Koridorda Wonyoung'un heyecanlı sesi yankılandığında Heeseung güldü. Bu kız hiç büyümeyecekti.

"İşte geldik." Kapıyı açıp yanındaki uzun boylu çocukla içeri girdiğinde Heeseung da kafasını kaldırdı. "Bak Heeseung, erkek arkadaşım Sunghoon."

Sunghoon.

Park Sunghoon.

Kalbine bir şeyin saplandığını hissetti Heeseung. Bu anı hiç yaşamamış olmayı, onu bir daha görmemiş olmayı dilerdi.

Yaşadıkları güzel günlerin mazide kalmış olmasını dilerdi.

Korkakça çocuğun yüzüne baktı. Wonyoung'a belli edemezdi, ona anlatamazdı ama gözlerinin dolmasına engel olmak da çok zordu. Hiç mi yaşlanmazdı bir insan? Mümkün müydü bu kadar yıla rağmen kat ve kat daha güzel olması?

Bakışlarının birbirine değdiğini hissediyordu. Sunghoon'un da aynı şeyi hissettiğinden emindi, ama Sunghoon bunu yediremezdi kendisine. Bunu da biliyordu. Zaten bu değil miydi onları ayrı düşüren?

Sunghoon soğukkanlılıkla elini uzattı. Bu sefer her seferkinin aksine ilk adım Sunghoon'dandı.

"Park Sunghoon. Memnun oldum."

Heeseung Wonyoung'a baktı. Bu kız bu kadar mutluyken garip davranışlarına son vermeliydi. Demek ki Sunghoon böyle davranmayı seçmişti, ayak uydurmaktan başka çaresi yoktu. Sunghoon'un uzattığı eli sıktı.

"Lee Heeseung."

"Sizi tanıştırdığım için öyle mutluyum ki şu an. Hayatımdaki en sevdiğim iki insan. Ayy umarım ilerde çok iyi bir üçlü oluruz."

Heeseung'un boğazına bir yumru takıldı. Titreyen elleriyle masada duran şişesinin kapağını açtı ve bir yudum aldı. Daha sonra masada duran bilgisayar çantasını aldı.

"Ben çıkıyorum, Misun'u kreşten almam gerek."

Sunghoon'un gözbebekleri büyüdü. Evlenmiş demek, dedi içinden. Bir çocuğu var, belki bir tane bile değildir.

Daha sonra kızdı kendine. En yakın arkadaşının sevgilisi olarak bu kadar yıl sonra karşısına çıkmışım, onu yargılamaya hakkım yok.

Heeseung ise kendini arabaya attığı gibi gözyaşlarının dökülmesine izin vermişti. Nereden çıkmıştı bu Sunghoon 11 yıl sonra? Nefret ediyordu Sunghoon'dan. O gittiğinden beri hiç yaşadığını hissedememişti ki, şimdi hayatını yeni düzene sokmuşken gelip yeniden bozmaya hakkı yoktu.

when you love someone, heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin