2

36 12 0
                                    

Jungkook

Biraz erken gelmiştim ama bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyordum. Zaten Bay Lee ile konuşmak istediğim bazı şeyler vardı. Ve bunun için fazladan vaktim olması ise benim lehimeydi. Koridorun sonunda olduğunu hatırladığım toplantı odasına ilerleyecekken Bay Lee’nin tam karşımda kalan terasta olduğunu fark ettiğimde çok da düşünmeden yönümü terasa çevirdim. Terasın aralık olan kapısından içeri adımladığımda hafiften esmeye başlayan akşam rüzgarı üzerimdeki tişörtü kolayca aştı ve ürpermeme sebep oldu. 

Bay Lee teras demirliklerine yaslanmış manzarayı izliyordu. Seslenmek için ağzımı araladığımda elindeki telefonun ekranından hala daha açık olan aramayı görünce kulağındaki bluetoothlu kulaklık da dikkatimi çekmiş oldu. Konuşmasını bölmek istemeyen yanım ağır bastığında sol tarafta kalan masaya yöneldim. Nasıl olsa konuşmak için yeterince vaktimiz vardı. Çöktüğüm hasır sandalye beklediğimden daha rahat olunca omurgamdan yayılan bir gevşeme hissi ile boynumu iki yana esnetip sırtımın iyice sandalyeyle bütünleşmesine sebep oldum. Böylece geriye yaslanan yüzüm kızıl bulutlarla göz göze gelmeme sebep oldu. Günün bu vaktini gerçekten seviyordum. Bulutların minimal hareketlerinin şekillerini nasıl değiştirdiğini izlemeyi o şekilleri kafamda birer tabloya çevirmeyi ve bu düşüncelerle oyalanırken asıl aklımı kurcalayan şeyleri göz ardı etmeyi… Benzer bir rutini izlerken Bay Lee’nin sesi ile irkilmeme engel olamadım.

“Oh, Jungkook? Erken gelmişsin.”

Kulağındaki kulaklıkları belindeki çantaya yerleştirirken karşımdaki sandalyeye ilerledi. O kendince meşgulken ben Bay Lee’yi inceliyordum. Normalde olduğundan daha şık kıyafetler tercih etmişti. Bunu bugünkü toplantıya bağladım. Çünkü gündelik hayatta alışık olduğum tarzı kesinlikle bu değildi. Rahatlığı şıklığa tercih eden bir tipti. Samimi hissettirmiyor, dediğini hatırladım ne zaman olduğunu hatırlamadığım bir akşam yemeğinde. Tipik bir yazar davranışı diye düşünmeme sebep oldu bu anı.

Tamamen karşıma yerleşip bir öğretmen edası ile ellerini masada birleştirdiğinde gülmeden edemedim. Ben de onu taklit edip yayıldığım sandalyede dikelip ellerimi masanın üstünde birleştirdiğimde hareketlerimi takip eden gözleri dramatikçe devrildi. Dalga geçmemin üzerine arkasına yaslandığında çok geçmeden ben de aynı pozisyona geçtim. “Hergele seni,” dedi yüzündeki gülümseme ile. Dediğini çok da umursamamıştım açıkçası. Kendimden büyüklere sataşmak eğlenceliydi. Hele de baş edemeyeceklerini anladıklarındaki surat ifadelerine bayılıyordum.

Omuz silkip omzunun üzerinden karşımdaki manzarayı izlemeye başladım. Konuya onun girmesini istiyordum çünkü hevesli olduğum bazı şeyler vardı ve ben henüz işlerin bu kadar başındayken belli etmek istemiyordum. Ayrıca normalin aksine gergin hissediyordum. O da sessizliğin giderek uzadığını düşünmüş olacak ki boğazını temizledi. Dikkatimi ona verdiğimde ne diyeceğini bekliyordum.

“Neden bu kadar erken geldin?”  dedi bileğindeki saate kısa bir bakış attı ve bana geri döndü.

“Deneme çekimlerine henüz bir saatten fazla var.” Audition vermem gerektiği fikrine göz devirmek istedim o an. Cidden burnu havada bir tip değilim ama dürüst olmak gerekirse oyunculuk kariyerim boyunca fazlasıyla onore olacağım şeylerden birini yaşamıştım aylar önce. İster istemez asıl öznesi ben olan bir karaktere sahip olacağım fikri beni heveslendirmişti. Bir hafta öncesine kadar bunun, hatırladıkça mutluluk veren ve adrenalin salgılamama sebep olan bir havası vardı. Namjoon’dan aldığım mail bu yüzden istemesem de canımı sıkmıştı.

“Ah Jungkook, görünüşe göre Bay Lee’nin bahsettiği proje için audition vermen gerekiyor. Yeri ve zamanı sana bildiririm. İyi geceler.”

Sebebini de yüz yüze konuşalım demişti ama bunun için Namjoon’la herhangi bir şey konuşma gereği duymamıştım. Direkt Bay Lee ile konuşmak daha cazip bir fikirdi. Bu sebeple bir hafta beklemekte bir sakınca görmemiştim ve işte şimdi karşılıklı oturmuş konuya girmeyi bekliyorduk.

Metanoia (Jikook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin