3

24 6 0
                                    


Merhaba uzun bir geçiş bölümü umarım sıkılmadan okursunuz (-^_^-)

Yarım saatin ardından sitenin garajına aracı park etmiş kaldığım apartmana doğru yürüyordum. Ağzımda radyodan bir melodi vardı. Dilini bilmediğim bir şarkıydı ama melodisi dilime takılmıştı ve mırıldanmadan edemiyordum. Girişteki şifreyi tuşlayıp asansöre yöneldim, bir yandan ceketimin cebindeki anahtarı çıkartıp parmaklarımda döndürüyordum. Garip bir şekilde bu beni eğlendiriyordu. Çocukluktan kalma bir alışkanlık…

Asansörde ayna karşısında ineceğim katı beklerken kendimi aynadaki görüntüyü incelemekten alıkoyamadım. Geniş yapılı bir insan değildim. Vücut yapım öyle koca adamlardan olmama el verişli değildi ama kesinlikle cılız da gözükmüyordum. Yani, sanırım? Aynadan bir adım uzaklaşıp tekrardan kendime baktım. Ne yani sırf kodaman gibi olmadığım için rolü alamama ihtimalim mi vardı şimdi? Aptal Taehyung kafamı karıştırmıştı. Uyuz herif. Tam o an asansör minik bir sarsıntıyla durdu. El mahkum bakışlarımı aynadan çekip koridorun sonundaki daireme ilerledim. Taehyung’a hayıflanmayı ise ihmal etmiyordum.

“Uyuz işte. Bilerek beni gıcık ediyor.”

Eve girdiğimde derin bir sessizlik karşıladı beni. Her ne kadar bu duruma alışmış olsam da eve adımımı attığım ilk anda yine minik bir şaşkınlık yaşıyordum. Sessizliği sevdiğim halde sessizliğe katlanamayan tiplerden olmak da benim sınavımdı anlaşılan.

Ceketi kapının hemen arkasındaki ahşap askıya asıp salona girdim. Perdeler açık olduğundan akşam güneşinin yarattığı loşluk salonu kaplamıştı. Günün bu vaktini kaçırmadığıma sevinerek Fransız balkonun karşısındaki üçlü koltuğa kuruldum. Camın dışında kalan saksılar dikkatimi çektiğinde çiçeklere su vermem gerektiğini aklımın bir köşesine not ettim. Gün batımını izlemek önceliğimdi. Zaten birkaç dakika içinde bu kızıllık yok olacaktı.

Kızıllık yitip soğuk bir renk etrafa yayıldığında hafifçe iç çektim. Hantal hareketlere balkona ilerledim. Sulamak için beklettiğim su hemen berjerin arkasındaydı. Camı açınca, serinlemeye başlayan hava minik minik yüzüme vurmaya başladı. Bu his içimi ferahlatmaya yetmese de camı sonuna kadar açarak temiz havanın içeri dolmasına müsaade ettim. Saksıları kendime yanaştırdığımda artık içeri mi almalıyım, fikri aklımda dolanıyordu. Gerçi sonbahardaydık havalar o kadar da soğuk değildi. Böylece bu işi de daha sonraya erteleyerek işe koyuldum.

Henüz daha çiçek açmamışlardı. Kış aylarına kadar beklemem gerekiyormuş. Taehyung çiçekleri saksılara ekerken öyle demişti.

“Merak etme. Bunlar soğuğa dayanıklılar. Kış çiçeği zaten adı üstünde. Taşıması da kolay. Senin gibi beceriksizler için bile bakması basit.”

Beni yerdiği cümlelerden sonra çamurlu elleriyle bana vurup onları kurutursam beni öldüreceğine dair tehdit etmişti. Taaehyung’un beni öldüremeyeceğine emin olsam da çiçeklere iyi bakmak için tehdidini bir çeşit motivasyon olarak kullanmak eğlenceliydi.

Suyu yavaş yavaş toprağa dökerken bir yandan da elimle hafifçe toprağı çamursu olana kadar eşeledim. Saksılarla işim bittiğinde ellerimi temizlemek ve suyu yenilemek adına banyoya geçtim. İşlerimi halledip dolu sulama kabını yerine geri bırakıp salondaki ses sistemine telefonumu bağladım. Evde biraz ses olması şu an beni rahatlatacak şeylerin başında geliyordu. Sesi gürültülü kabul edilmeyecek bir seviyeye kadar yükselttiğimde ev daha tahammül edilebilir bir haldeydi. Yani sanırım.

Yarım saat içerisinde üzerimi değiştirmiş duş almış ve salondaki koltuklarda pineklemeye karar vermiştim. Bir yandan da bugünü düşünüyordum. Kendime güvenmemek gibi problemim yoktu açıkçası. Kendimi, kendime ispatlayalı çok olmuştu. Aslında rolü almak çok da önemli değildi. Üzerine düşündüğüm diğer projelerden birinde de şansımı deneyebilirdim elbette ama ilk defa aksiyon kategorisinde başrol olma ihtimali hoşuma gitmişti çoktan.

Metanoia (Jikook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin