Rose söylediklerimi dinlemekle kalmamış planın sonunda ölüm bile olsa her daim benim yanımda olacağını söylemişti. Biz arkadaştık. Daha doğrusu Slyvia ve Rose arkadaştı. Ona arkadaşının artık yanında olmadığını söylesem en iyi ihtimalle inanmayacağını en kötü ihtimalle canının yanacağını biliyordum. Bunun olmasını istemiyordum.
O hala Slyvia'nın hafızasında sorun olduğunu düşünüyordu. Böyle düşünmesi herkes için daha iyiydi.
Genç kadın sonunda kendini toparlamış bana kahvaltımı getirmek için saray mutfağına gitmişti. Daha önce tembih ettiğim gibi kahvaltımı seraya getirecekti. O gelene kadar biraz iş yapmayı umuyordum.
Yine çalışırken rahatça giyinebileceğim bir elbise giyip seraya kadar beni sabah soğuğundan koruyacak bir pelerini üzerime geçirdim. Saçlarımı iki kalın örgüyle başımı saran bir taç şeklinde toplamıştı. Böylece gül fidanları ile boğuşurken perişan görünmeyecektim. Onca sıkıntım varken saçlarımı dert ediyor olmam ironikti.
ason geldiğinde beni perişan görsün istemiyordum. Hatta kimse beni perişan görsün istemiyordum. Güç sarayda kalmak için en gerekli şeydi.
Sera günün ilk ışıkları ve büyünün vermiş olduğu sıcaklıkla sanki başka bir diyar gibiydi. Uzun keten önlüğü giyerken kendime gülmeden edemedim. Diyar içinde diyar, ne kadar da anlamlı düşünüyordum öyle.
Bir yarım saat fidanları budamaya devam ettim. Ağır ilerliyordum ama işimi temiz yapıyordum. Giydiğim eldivene rağmen avuç içlerimin su toplamaya başladığını hissediyordum. Acı daha çok çalışmak istememe neden oluyordu. Böylece acı ve yorgunluk dışında başka bir konu düşünmüyordum. Güllerin kokusu her yanımı sarmıştı. Ilık esintiyle beraber güneşin sıcaklığı işim ne kadar yorucu olsa da beni motive ediyordu.
Rose elinde bir sepetle geldiğinde ara verdim. O zaman ne kadar yorulduğumu daha iyi anladım. Bu beden her ne kadar prensese ait olmasa da tuhaf bir şekilde narindi. Hastaysam bile Rose'un bahsettiği iksiri içtiğimde iyi olmuş olmalıydım.
Kahvaltım çikolatalı kek, sütlü çay, kızarmış ekmek, çilek reçeli, peynir ve kaymaktan oluşuyordu. İştahım yerindeydi. Tepsi de tek bir kırıntı bile bırakmamıştım. Tabi bu ortak bir çalışmaydı. Rose'da bana eşlik ederek kahvaltımı bitirmeme yardımcı olmuştu. Ona rağmen çok yediğimi hissediyordum. Çok geçmeden Slyvia kilo almış olacaktı.
Slyvia.
Aklıma gelen gerçekler gülümsememin solmasına neden oldu. Genç kadın bir prenses değil bir hizmetçiydi. Keyifle yediğim yiyecekler şimdi midemi bulandırıyordu. Bunları krala söyleme düşüncesi aklımda dolanıp duruyordu ama bunu öğrenen kral Jason kandırılmasına karşılık ne yapardı? Jai Krallığı'na bir mesaj göndermek adına bana zarar verir miydi? İçimdeki ses durmadan onun öyle biri olmadığını söylüyordu ama bir roman kahramanı da olsa insanı hemen tanıyabilir miydim?
Çayımın son yudumunu içerken sakin kalmam gerektiğini hatırlattım kendime. Sakin kalmalıydım yoksa başkasına gerek kalmadan yaşadığım stres beni canımdan edecekti.
Kahvaltıdan sonra durmadan çalıştım. Gülleri budadım. Fidanları bir yere yığdım. Satacağımız gül yapraklarını çuvalladım. Tahmin ettiğimden daha değerli çıkmıştı yapraklar. Rose'un arkadaşı Nick sorunsuzca onları saraydan çıkararak parfümcüye götürmüş ve iki yüz altına satmıştı. Bana bunu anlattığında ona minnetle sarılmamak için kendimi zor tutmuştum. Altınları aldığımda onun payını vermeyi de ihmal etmedim. Madem bir iş yapacaktık o halde karşılığını da mutlaka verecektim.
Serada vakit tahmin ettiğimden daha hızlı geçiyordu. Belki çalışmaktan belki sürekli bakabileceğim bir saat olmadığındandı emin değildim. Bakışı kaldırıp camdan gökyüzüne baktığımda çoktan gün batımı saatine geldiğimizi gördüğümde şaşırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kral'ın Karısı +18
Siêu nhiênBir metres hayatta kalmak için ne yapmalıdır? Nazlı Arslan gözlerini açtığında öldüğünü biliyordu. Cehenneme düştüğünden emindi. Zindanda, elleri kelepçeli olarak uyandığında artık kendi zamanında olmadığını biliyordu. Bir şekilde öldükten sonra ok...