Hayat size öyle anlar bahşederdi ki, o anlar ya hayatın bittiği nokta olurdu ya da başlangıcı.
Bittiği noktaysa, ya da bittiğini düşündüğünüz noktadaysanız iki seçenek vardır. Ya yakın bir süre sonra dünyaya gözlerini kapatacaksın, ya da kader sana öyle insanlar, öyle bir kader bahşedecek ki sen hayattan koptuğun yerden daha sıkı, daha derinden sarılacaksın.
Hayat sana küsmen için bir neden verdiği kadar yaşaman içinde neden verir. Küsmen gereken nedenler senin sınavındır, önemli olan o sınavları aşmak üstesinden gelmekti.
Ve ben şuan ölüme açılan kapıda mıydım yoksa yepyeni beni hayata daha sıkı bağlayacak bir nokta mıydım fikrim yoktu, tek bildiğim ve hissettiğim çok fazla üşüdüğümdü. Gözlerim zorlukla aralanırken deli gibi titriyordum.
Hava karanlıktı, sırtım sert bir cisme yaslı olduğu için acıyordu, doğrulduğumda sırtımda inanılmaz bir sızı vardı. Dudaklarımdan dökülen inlemeyle gözlerimi tamamen açtım. Ormandaydım. Karanlık bir ormanın derinliklerindeydim. Üzerimde pijamalarım ve kabanım harici hiçbir şey yoktu, hareket etmeye mecalim olmadığı için gözlerimi yeniden kapattım.
Lakin saat mi dakika mı, zaman dilimini çözemediğim bir vakitte birkaç bağırış sesi duymuştum. Tabii bunu fark ettiğimde bütün vücudum kaskatı olmuştu, hipotermi geçirecek hale gelmiştim lakin ta ki birinin, "Burada biri var!" Bağırışına kadar. Karanlıkta suratıma tutulan fenerleri, birinin beni havaya kaldırışını, üzerime örttükleri battaniyeyi, hepsini hissetmiştim. Lakin ne duyduğumu, bilmiyordum ve hatırlıyordum ne de aralık gözlerimden gördüğümü.
Gözlerimi açtığımda karanlık bir odadaydım, olduğum yerde hareketlenirken oldukça halsizdim, lakin bedenim artık kaskatı değildi. Her neredeysem sıcaktı. Gözlerimi odada özenle gezdirdim, yaklaşık üç kişilik, devasa bir yatakta yatıyordum. Yatağın ayak ucunda ikili bir koltuk vardı, onun karşısında ise bir şömine. Şöminenin üzerinde onlarca tablo vardı.
Üzerimdeki battaniyeyi itip zemine dikildim, üzerimde ipek bir pijama takımı vardı, ben neredeydim? Buranın yapısı ne son derece bir ev gibiydi, ne de eski bir ev. Yatağın sağ tarafında kalan cama doğru ilerledim, camın yanında bir teras vardı, bulunduğum binanın çevresindeki duvarları görünce gözlerim kocaman oldu. Aslında burası basit bir ev değildi, burası bir saraydı!
Kalbim korkuyla atmaya başlarken kapının açıldığını duydum, yüreğim korkuyla bir kez daha hoplarken arkamı döndüm, görmeyi beklediğim yüz beni kaçıran o adamken aksine altın harelere sahip olan adam buradaydı. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken yüreğim daha da hızlandı. "Uyanmışsın." Kapıyı ardından kapatırken ışığı yaktı, oda aydınlanırken daha net görebiliyordum.
"Neredeyim? Evime gitmek istiyorum!" Artık kalbim korkuyla sancıyor, nefes alıp verişlerim zorlanıyordu. Yabancı bir yerde oluşum, ki bir sarayda oluşum korkumu körüklüyordu.
"Hestia krallığındasın." Dediğinde kaşlarımı çattım. Hestia mı? O da neydi?
"N-ne krallığı?" Gözlerim kararmaya, dizlerim titremeye başlamıştı. Her an şuracıkta yığılabilirdim. Altın hareleri özenle beni inceledi, bana doğru birkaç adım atıp mesafeyi kısalttı lakin ben hızla geri adım atıp aramızdaki mesafeyi arttırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galanthus
FantasyHayatını patenlerine adayan ve önündeki uluslararası turnuvaya hazırlanan Lena, pistten çıkarken soyunma odasındayken kolunda bir iz fark eder. Aniden beliren izi anlamlandıramayan Lena, çarpıştığı adamda da aynı izi görür. Bu izi o adam ve kendi h...