Adımdan dolayıydı sanırım. Günü, güneşi, ışığı çok severdim. Deniz manzarası, gün batımı, gün doğumu. Kısaca güneşin konumunu takip etmek benim bu hayattaki en sevdiğim şeydi. İsmimden dolayıydı bu bağlılığım.
Şimdi ise karanlığa gömülmüş bir haldeydim, bilincim yerinde değildi lakin avuçlarımdan kayıp gitmiş halde de değildi. Algıladığım tek şey seslerdi. Gözlerim görmüyor, ellerim hissetmiyordu. Sadece bir şeyi hissediyordum. O da sol karın boşluğumdaki okun acısı.
Neden kendini birden bire hedef haline getirip siper olmuştum bilgim yoktu. O an onu yapmam gerekiyormuş gibi bedenim bilincimden iradesiz bir şekilde hareket etmiş ona siper olarak okun sağlanacağı hedef olmuştum.
"Lena!" Diye bir ses işittim, şuan sanki suyun içindeydim de sesler boğuk geliyordu. Uraz'ın bağırışını duyuyordum birinin bana seslenişini işitiyordum.
"Viran sen kızı saraya götür, ben peşine gideceğim."
O saniye bedenimin havalandığını hissettim, hafif bir esinti yaramın üstünden geçtiğinde tuz bastırılmış gibi irkilerek sıçradım. Gözlerimi aralamak, bir nebze olsun aydınlığa ulaşmak istiyordum lakin bu olanaksızdı. Göz kapaklarımı kaldırmaya mecalim yoktu, yaramdaki sızı giderek artarken kanımın fokurdadığını hissediyordum. Sızı giderek artarken midem kasılmaya gözlerim kapalı olmasına rağmen sanki biri baskı uyguluyormuş gibi geliyordu.
"Lena... Lena beni duyuyor musun? Aç gözlerini hadi!" Birkaç küfür işittim, sesleri boğuktu lakin kimin ne dediğini anlayamıyordum. Algılarım o kadar kapanmıştı ki tepemde dönen olayları kavrayamıyordum.
İlahi Bakış Açısı...
"Lena! Gözlerini aç, iyisin tamam mı? Bir şey yok." Viran kucağında baygın yatan kızı bir yandan saraya götürürken diğer yandan teselli ediyordu. Kimi teselli ediyordu? Algıları tuzla buz olan onu duymayan kızı mı?
Koşarak sarayın bahçesine girdi, ayışığı sonunda kendini belli ettiğinde yansıması doğrudan kızın yüzüne düşüyordu, kızın aydınlanan suratına baktı. Teni her zaman ay gibi bembeyazdı lakin şuan soluğu çekilmişti. Dudakları morarmıştı ve yarasından oluk oluk kan akıyordu, rüzgarın tatlı esintisi ona acı veriyordu.
Saraya girdiğinde ortalıkta baş muhafızı göremedi, ardından sertçe, bütün sarayı inletecek şekilde bağırdı.
"Muhafızlar! Reviri hazırlayın, şifacıyı çağırın!" Onun aniden gürlemesiyle salondan önce baş muhafızları çıktı, Viran'ı ve kucağındaki Lena'yı gördüğünde gözleri şaşkınlıkla aralandı. Dili tutulmuştu, hiçbir şey diyemezken tek yaptığı muhafızlara bağırmak olmuştu. Bu ani gürültü yüzünden saray halkı ayaklanmıştı. Merdivenlerin ucunda ilk görünen en büyük ağabeyi Han olmuştu. Han sert ama uykudan yeni uyandığını gösteren bakışlarını kardeşine dikerek olayı kavramaya çalıştı. Ardından gözleri baygın, oluk oluk kanayan kıza çevrildi. Yüzünde herhangi bir tepki olmasa da gözleri hafifçe açılmıştı.
"Efendim, kızı odasına götürelim. Şifacı oraya gelip odasında tedavi eder." Muhafızın ürkek sesiyle Viran sesini çıkarmadan hızlı adımlarla merdivenleri tırmanmayı başladı, ağabeyini es geçerek hızla koridora girdi, o esnada Mirza ve Savaş odalarından elinde silahlarıyla çıkmıştı. İkisi de Lena'nın halini gördüklerinde oldukları yerde duraksamışlardı.
Viran kimsenin soru sormasını beklemeden hızlı adımlarla Lena'nın odasına girdi, onun yaralı bedenini narince yatağa bıraktı, ardından yarasına baktı. Kan hala akıyordu lakin kanın rengi normal değildi. Viran kaşlarını çatarken Han odaya girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galanthus
FantasíaHayatını patenlerine adayan ve önündeki uluslararası turnuvaya hazırlanan Lena, pistten çıkarken soyunma odasındayken kolunda bir iz fark eder. Aniden beliren izi anlamlandıramayan Lena, çarpıştığı adamda da aynı izi görür. Bu izi o adam ve kendi h...