Keşke diye hayıflanılan her söz keder, kader diye avutulan her söz huzur verir.
Melek, iyi eğitimli bir ailede doğup büyümüş tarih meraklısı genç bir kadındı. Nitekim bu merakın asıl nedeni küçüklüğünde dinlediği hikayelerdi. Kendi gibi tarihe müthiş bir ilgi duyan babası eline aldığı masal kitaplarını bir süre karıştırır ve hemen ardından daha güzel bir masal bildiğini söyleyerek gülümserdi. O masallar genellikle tarihi hikayelerden ibaret olur ancak küçük bir çocuğa uygun olmayan bölümler büyük bir ustalıkla masala dönüştürülürdü. Büyüdükçe dinlediği her hikayeyi birilerinin yaşadığını öğrendi. Öğrendiği her yeni hikaye yeni bir sır ortaya çıkarmaya başlamış bu sırlar ise içindeki merakı uyandırmıştı... Öyle ki aynı masallar ile büyüyen ağabeyi resim sanatına yönelmişti.
Şimdilerde her akşam yemeğinde konu edinilen iki konu vardı. Biri Melek'in okul durumu diğeri ise ağabeyi Cihan'ın resimlerinin ne zaman bir sergide yer alacağı idi.
Balkonda akşam yemeği vaktiydi. Yaprakların hışırtılarını çatal ve kaşık sesleri ezip geçiyor onları ise Melek ve Cihan'ın sesleri bastırıyordu.
"Yeter" dedi anneleri bıkkınlıkla "yemeğinizi yiyin artık."
Kısa bir süre sessizce çorbasını yudumlayan Cihan daha fazla dayanamayarak gözlerini kardeşine çevirdi "O kendi kardeşlerini öldürdü" kaşığını bıraktı "Daha bebektiler."
"O masal kitaplarını okumalıydım" diye söylendi Mustafa Bey hüsranla ve ekmeğini salataya bandı. Zira bu masa buna benzer bir çok tartışma görmüştü.
"Ne yani" dedi Melek ve o da gözlerini ağabeyine çevirdi Sen yapmaz mıydın?"
"Seni mi öldürmem gerekiyor? Asla! Ben asla onun gibi merhametsiz olmazdım."
"O merhametsiz değil."
"Tahta çıkar çıkmaz kardeşlerinin ölüm emrini veren biri merhametsiz değil de ne?"
"Fedakar."
"Ne" güldü "fedakar mı?"
"Evet" sırtını sandalyeye dayadı ve kollarını birbirine doladı "Düşün. Gece olup kaftanını çıkarmış sadece Mehmet olmuştu. Zihninde dolanan düşüncelerden kaçmak isteyerek yatağına uzandı ve gözlerini kapadı. Sağa dönüyor Ahmet'in, soluna dönüyor Hasan'ın yüzü gözlerinin önünde beliriyordu. Korkuyla kendini yataktan atıp balkonuna çıkmış ve gözlerini semaya çevirmişti. Bir süre öylece dikildi ve gözlerini göğe çevirerek şöyle dedi; Canı veren de alan da sensin. Affet bugün günahların en büyüğünü işledim. İki masumun canını aldım binlercesinin canı için. Bugün Kabil'e eş oldum. Yine de sen bilirsin gönülden zihinden geçeni. Şayet işlemeseydim bu günahı günü gelip biri göz diktiğinde tahtıma ne savaşçılar akıtacaktı kanlarını, verecekti canlarını. Af eyle tek niyetim binlerce canı hayatta tutmak için ikisini feda etmekti" gülümsedi ve çorbasından bir kaşık almadan önce ekledi "on dokuz yaşındaydı."
"Pekala Fatih'in fedaisi" alayla gülümsedi ve annesine döndü "Bugün bir sergiden mail aldım" bu cümle herkesi heyecanlandırmış tüm gözleri Cihan'a çevirmişti. Zira Cihan uzun süredir resimlerini bazı sergilere kabul ettirmeye çalışıyordu.
"İzin verdiler mi?" diye merakla sordu annesi.
"Henüz kesin değil ama" sıkılarak sürdürdü "birkaç görüşme daha yaptıktan sonra..."
"Kimse emeklemeden koşmaz" diye tamamladı Melek ve ağabeyine gülümsedi. Onun bu desteği Cihan'ın olduğundan daha dik oturmasını sağlamış anne ve babalarının gözlerindeki güvensizlik emaresini azaltmıştı. Akşam bu umut veren kelimelerle devam etmiş ve Mustafa Bey'in hoş sohbetleriyle sonlanmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
FATİH'İN MÜNECCİMİ (TAMAMLANDI)
Historical FictionBiraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrinde bulur. Sahip olduğu bilgileri kullanarak bu durumu bir avantaja çevirmeye kararlıdır. * (Tarihe...