Bölüm 2

10 2 0
                                    



"Ne oluyor?"

Ağzımdan fısıltıyla güç bela çıkan sorunun cevabını almayı beklemiyordum. Bekleyemezdim. Hiçbir şey düşünemiyordum. Hiçbir neden aramak, anlam aramak aklıma gelmiyordu. Öylece örtüdeki bariz belli olan ıslaklığa bakıyordum. Örtünün altından bile seçilen narin yüzünde yanaklarına doğru yol yapmış olan ıslaklığı görüyordum.

Görüyordum ama algılayamıyordum.

Kulaklarımın uğultusu kesildikçe, bilincim açılmaya başladıkça ilahi şarkıları andıran mırıltılı, ağlamayı andıran bir ses geliyordu. Çok uzaktan geliyordu sanki, her yerden aynı anda geliyor gibi.

Gücümü toplayıp ıslaklığı kesinleştirmek için örtüyü tuttuğum gibi çektim arabanın köşesine fırlattım. Artık eminim, bu heykel gerçekten gözyaşı döküyordu. Ama nasıl, neden?

Gözlerinin içine bakmanın verdiği ürpertiyle arabadan dışarı çıktım. Böyle bir şey elbette ki yaşanıyor olamazdı. Uykusuz kalmıştım, başka bir açıklaması olamazdı.

Henüz bu kadar delirmemiştim.

Ses daha da kendini bastırmaya başladığında arabadan daha da uzaklaştım. Etrafıma bakmaya çalıştım. Hiçbir şey göremiyordum, hava kararmak üzereydi.  Yağmur çiselemeye başlamıştı.

Algılayamadığım kelimelerin, ağıtların arasında tanıdığım bir ses seçtim. Telefonum çalıyordu. Arabaya gidip gitmemekte kararsız kaldığımda belki de beni kurtaracak tek şeyin o telefona cevap vermek olduğunu düşündüm.

İçimdeki korku ve telaşla hızlıca kapıyı açıp yan koltukta telefonu aldım. Arka koltuğa bir saniye olsun bakmadan hemen vücudumu geriye ittirip arabadan uzaklaştım, kapıyı dahi kapatma cesaretinde bulunamamıştım.

Annem arıyordu.

Aramayı hemen onaylayıp kulağıma götürdüm. Annemin sesini duymak sanki beni kurtaracakmış gibi umutla "Alo Anne?" Diye seslendim.

Ahizeden sadece cızırtılar geldi.

Sesler daha da artmaya başlarken sesimi anneme duyuramamanın telaşı ve korkusuyla daha da bağırdım. Dakikalarca ağlayarak anneme seslendim ama cızırtılardan başka kulağıma gelen bir ses olmadı.

Arama kapandığında yerde çökmüş bir şekilde telefonu hala kulağımda tutuyordum. Bir elimle de yağan yağmurdan kafamı ve telefonu korumaya çalışıyordum.

Bu sesler kimden çıkıyordu?

Sesler iyice kalabalıklaşmaya başlamıştı. Anlam veremiyordum. Koskoca fakültenin bahçesinde hiç kimse gözükmüyordu. Gözükmezdi de saat 6'yı çoktan geçmişti. 

Tüm bu gürültülerin içerideki büst olduğu kanısına vararak arabaya geri ilerledim. Sabaha kadar oturup bunları dinlemeyecektim. Ya arabama binip gidecektim ya da neyin nereden geldiğini bulacaktım.

Arabayı bırakıp koşarak uzaklaşmak da aklımdan geçiyordu elbette.

O kadar aptal olmayı kendime yediremediğim için bir heykelin de bana zarar veremeyeceğini düşünmüştüm. Koltuğumu öne yatırıp arka koltuğu açtım. Heykelle göz teması kurduğumda gözyaşlarının artık alçıyı eritmeye başladığını fark ettim.

Heykeli incelemeye devam ederken telefonuma gelen bildirim sesiyle yüreğim korkudan parçalanıyormuş gibi hissettim.

Gereksiz korkumun etkisiyle bir anda sinir bastı. Bu kadarı da yetmişti artık. Kendi kendime sinirlenirken hala daha yaşanan bu saçma şeyi anlamlandırmaya gerek duymuyordum.

ATLANTİS | âme soeurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin