arabadan inmeden önce karşımda duran evin üzerinde son kez göz gezdiriyordum. bu, eve gitmekle gitmemek arasında kaldığım on beşinci dakikamdı.
heyecanlıydım sanırım. her zaman rahatlıkla girdiğim kendi evime, şimdi oldukça yabancı hissediyordum çünkü.
sonunda, içimde tuttuğum nefesi uzunca dışarı bıraktım ve dijital ekrandaki saate tekrar baktım.
saat her zaman eve gittiğim saate göre oldukça erkendi, ayrıca yan tarafımda duran koltukta benim gibi birine göre fazla romantik duran bir buket çiçek vardı.
yani bugün tüm bu olanlar, benim sıkıcı düzenim için çok alışılmadıktı.
ilişkimiz için hiç çabalamadığımı söyleyip duran park chaeyoung'un fark edemeyeceği kadar büyük değişimlerdi belki de.
"hadi lalisa, sadece güzel bir gece."
kendi kendine konuşmak kulağa delice gelse de
ancak bu şekilde kendimi rahatlatabiliyorum.
arabadan ayrılıp buz gibi olan sokakta yürümeye başladığımda da sürekli konuşuyordum bu yüzden.kendime sadece sevgilimle eskisi gibi normal bir gece geçireceğimizi hatırlatıp durmak zorunda bile kalmıştım hatta.
kendimi kandırdığımı biliyordum. bu kesinlikle "basit" olarak göremeyeceğim bir şeydi.
chaeyoung'la uzun zamandır birbirimize güzel şeyler söylemediğimizi, birlikte gülmediğimizi ve birbirimize dokunmadığımızı biliyordum.
tüm bunların bir gecede tekrar etmesi beni ölümüne korkutuyordu.
chaeyoung'un böyle güzel bir günden sonra yine uzaklaşması ihtimali, beni ölesiye korkutuyordu.
ve benim tüm yapabildiğim, kapı ziline dokunduğum an içimden dualar etmekti.
"aşık olduğun kadından korkamazsın lalisa."
*
"lalisa?"
dediğinde, dağınık görüntüsüne gülümseyerek baktım ve elimdeki çiçekleri çocukça bir utangaçlıkla ona uzattım.
"chaeyoung?"
dudakları hafifçe aralanırken elimdeki çiçekleri aldı ve bir süre açık unuttuğunu düşündüğüm ağzıyla birlikte bembeyaz olan güllere baktı.
"tanrım, çok tatlısın."
elindeki buketi bırakmadan sakince bana sarıldığında, kesinlikle beklediğimden daha az tepki aldığım için biraz burkulmuş hissediyordum.
çiçekleri mi beğenmedi?
birkaç saniyenin ardından ellerini boynumdan çektiğinde, dudaklarının kenarlarının hafifçe yukarı kıvrılmış olduğunu gördüm.
şimdilik, onu bu kadarcık mutlu edebilmek bile yeterliydi.
"eve uğrayacağın bir saat değildi."
alaycı bir tavırla konuştuğunda aynı tavırla cevap verdim.
"özlediğim şeyler vardı."
başını onaylarca salladığında, öylece arkasını döndü ve salona doğru ilerlemeye başladı.
kabul etmek gerekirse, her zamankinden fazla tepkisizdi.ben de bu hallerine ne yazık ki alışmıştım. bu yüzden bozuntuya vermeden arkasından ilerlediğimde, salona birlikte girmeyi başarmıştım.
sarışın prenses karanlıktan korktuğu için her zaman ışıklarını açık bıraktığı salonun tüm lambalarının kapalı olduğunu ancak odaya adım attığımda fark etmek aptallıktı belki de.
hatta belki odayı aydınlatan mumlar olmasa, bunu hala fark etmemiş bile olabilirdim.
tüm bunları zihnimden saniyeler içinde geçirirken şaşkınlıkla dudaklarımı araladım.
salonun tam ortasında duran yemek masası, odanın her bir köşesinde duran mumlar.
park chaeyoung, romantik olmayı gerçekten beceriyor. ve üstelik bunu tamamen tepkisiz suratına rağmen başarıyor.
bu yüzden karşımda duran manzara karşısında şaşkınlığımı gizleme gereği duymuyordum, böyle bir geceye sadece bir hissiz kadın yeterliydi çünkü.
"bu..." söylediğim şeyden sonra, gülümseme sırası chaeyoung'a geçmişti.
"iyi ki doğdun manoban."
_
paragraf mı cozsem bileklerimi mi kessem
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hasta cuándo [chaelisa]
Fanfictionikimiz de aşık olsaydık ve tatlı bir ilişkimiz olsaydı düşüncelerinin hala içimi kemirmesine rağmen. {g×g}