sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi araladığımda şaşkınlıkla uzandığım yerden doğruldum.
şimdi, yatağımın hemen karşısında duran büyük aynayla karşı karşıyayım.
hatta daha da kötüsü, ağlamaktan kızarmış gözler, kuru dudaklar ve intihara meyilli bir bedenle.
aynadaki yansımama göz gezdirirken, tüm bunlara ek olarak gördüğüm rüyanın ayrıntılarını geçirmeyi denedim aklımdan.
"aptal bir rüya görmüş olmalıyım."
bu da neydi böyle? muhtemelen günlerdir kurduğum chaeyoung hayallerinden dolayıdır.
neden chaeyoung'la böyle bir rüya gördüm ki?tüm bu düşünceler aklımı böylesine kurcalarken gözlerimi diktiğim sokak başından ayırdım.
yeni alışkanlığım buydu, diyebilirdim.
ya da chaeyoung'un gelmesini beklediğimi kendime itiraf da edebilirim ama şimdilik ilki daha güzel bir seçenekmiş gibi geliyor.
elimde olmadan yine chaeyoung'un sıcaklığını, sesini, hareketlerini ve yüzünü düşünüyor olmalıyım bu camın önünde.
ve tüm bunları düşünmek her saniye aptal gibi hissetmemi sağlıyordu tekrar.
çünkü o giderken, geri geleceğini düşünmüştüm. hep böyle olurdu. o giderdi ve ben bundan endişe duymazdım. geleceğinden o kadar emindim ki.
bu sefer de gelir diye ummuştum başlarda. hatta bir iki günü bile bulmaz diyordum.
ama o kapıyı çekip gittiğinde tüm bu zehirli düşünceler başlamıştı içimi kemirmeye.aslında, bunu o an fark etmiş olmam gerekirdi.
chaeyoung'un gitmesi çok farklıydı, ama ben anlamamıştım.evet, giderken her zamankinden sessizdi. küfürler etmemişti, omuzlarıma vurmadı, ya da beni duvarlara itmedi.
sadece kapıyı kapattı ve gitti bu kez.
ve ben de son bir aydır olduğu gibi onun hayalleriyle uyumuş, yine rüyamda onu görerek kalkmıştım bu sabah.
şimdi önümde duran telefondan jisoo'dan gelen
mesajlar akarken de tek düşündüğüm şey buydu.chaeyoung'un rüyalarımda ve hayallerimde nasıl durduğu. yerini kimseye nasıl vermediği.
ben tüm bunları aklımdan geçirirken, önümdeki telefondan bir arama geldi.
jisoo kim.
beklemeden tuşu kırmızı tarafa ittirdikten sonra telefonu geri masaya attım ve arkama yaslandım.
"hadi, kaldır kıçını lisa."
kendi kendime söylendikten sonra, parmaklarımı saçlarımın arasına daldırdım ve önüme düşen saçları geriye ittim.
chaeyoung'u aramak dışında bir şey düşünemiyorken bir de işe gidemem, değil mi?
bu yüzden hızlıca jisoo'ya mesaj atmaya karar verdim.
mesaja saniyeler içinde yanıt geldiğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. patronumun en yakın arkadaşım olması tam olarak bu yüzden iyi bir şeydi.
kim jisoo istediğinde gerçekten sinir bozucu bir insan olmaktan vazgeçebiliyordu çünkü.
"lanet pislik, seni işten kovacağım." diyerek mesaj atmasının bir önemi yoktu, sonuçta artık izinliydim.
derin bir nefes alarak telefonu geri masaya bıraktığımda, tek bir kişi için oldukça büyük ve sessiz bir evde tüm gün yalnız olmak oldukça kötüydü.
chaeyoung bu evi doldururken neden evde kalıp ona zaman ayırmayı düşünmemiştim ki zaten.
belki o zaman aptal gibi kaçırmazdım elimdeki şansı.
harika, oturduğum koltuk bu düşüncelerle birlikte berbat bir yermiş gibi gelmeye başladı.
bu yüzden hızla kalktım ve kapının yanında duran anahtarları alıp yalnızca bir tişört ve eşofmanla dışarda olmayı umursamadan kapıdan çıktım.
"bakalım bayan chaeyoung sık sık bahsettiği sevgisinden ne kadar çabuk vazgeçebiliyormuş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hasta cuándo [chaelisa]
Fanfictionikimiz de aşık olsaydık ve tatlı bir ilişkimiz olsaydı düşüncelerinin hala içimi kemirmesine rağmen. {g×g}