Önümde duran bu yabancı ev; sadece görünüş olarak değil, his olarak da tamamen yabancıydı. Lekeli bir pembe, kaç yıllık yaşanmışlıkları temsil etmek için kendini belli ediyordu sanki. İki katlıydı, üst katında bir balkonu vardı, siyah demirlerini daha tutmamıştım ancak parmak ucumla dokunsam hafif bir siyah leke bulaşacak gibiydi. O lekeleri kapatmak için çiçeklerle süslenmişti sanırım. Siyah demire asılmış olan renk renk çiçeklerle gülümsedim, bulunduğumuz mevsimde canlılıklarını kaybetmemeleri hayran ediciydi, tepedeki yakıcı güneş onları da susatıyordu çünkü.Önümde duran demir kapı, benim için cennetten çıkmış olabilecek kadar güzel bir bahçeye açılıyordu. Elimde tutmuş olduğum bir valiz ve sırtımdaki çanta, geçmişimden bunları toplayıp gelmiştim işte. Kapıyı hafifçe açtığımda gelen gıcırtı sesi bile içimi kıpır kıpır yapmıştı. Yavaşça ittirerek tam anlamıyla bulunduğum yere ayak bastığımda yerdeki açık pembe döşemeli taşlarla kıkırdadım, her şey renkliydi. Tüm çiçeklerin kokusu burnuma ulaştığında derin bir nefes çektim içime daha fazlasını hissetmek için, gözlerim kapanmıştı bile.
Yavaşça araladığımda ise çiçeklerin üzerinde gördüğüm su damlacıklarıyla yeni sulanmış olduğunu gördüm, kaşlarım kendiliğinden havalandığında ise şaşırmadan edemedim. Ev bildiğime göre yıllardır kimse tarafından kullanılmıyordu, ancak yine de bahçesinin bu kadar güzel bakılmış olması sanırım önceki sahiplerinin burada seviliyor olduğunun göstergesiydi. Bakışlarımı önüme çevirdiğimde ise gördüğüm ahşap kapı iç çekişime sebep oldu. Bu kapıyı açtığım an aslında hayatımın devamının da kapısını açacaktım, dile kolaydı. Ancak bana zor geliyordu.
Adımlarımı kendimden emin bir şekilde ilerlettiğimde önünde durduğum kapıyı açmak için cebime attım elimi, az önce bu mahallenin girişinde evi babama satan adamdan almıştım anahtarı. Çıkarttığım sarı anahtara kısa bir bakış attım ve derin bir nefes alarak kilidi çevirdim, gelen sesle birlikte aralanan kapı yüzümü gülümsetti. İçeriden gelen koku birden duraksamama sebep oldu, tam bir ev kokusuydu.
Bu sıcak yaz mevsiminin tam tersi, içeriden gelen hava soğuktu. Ancak gelen koku sanki çok tanıdıktı; biraz nem kokuyordu, soğuk kokuyordu, anı kokuyordu. Gülümsememe engel olamayarak içeri adımladım, ayakkabılarımı çıkartmamıştım bile. Yerler kahverengi parkelerle süslenmişti. Kapıyı kapatmadım, elimdekileri de hemen önüne bıraktım. Şimdi evi inceliyordum sanki dünyanın en güzel şeyine bakarmışcasına. Girişte bir portmanto vardı, üzeri boş çerçevelerle kaplıydı. Yanında ise solmuş, kuru bir çiçek. Soluma döndüğümde ise gördüğüm tatlı mutfakla gülümsedim.
Aydınlık, çok ferahtı. Masalar ve sandalyeler yerini korurken eski oldukları belliydi ahşabından. Hiç dokunmadım anılara ihanet etmemek adına, hoş ne olduğunu da bilmiyordum zaten. Mavi perdeler açıktı, güneş süzülüyordu içeriye. Kapalı olan camı tamamen açarak içeriye gelen mevsim kokusuyla gülümsedim ve terli olan ellerimi sildim şortuma. Arkamı dönerek çıkmak için adımladığımda ise buzdolabında asılı olan birkaç fotoğrafa baktım. Gerçekten eski olduğu belli olan siyah beyaz fotoğrafta bir kadın ve bir adam el ele tutuşuyorlardı. Kocaman ama bir o kadar da utangaç bir şekilde gülümsemişlerdi, altında ise bir not yazıyordu.
İlk el ele tutuşmamız, Kang bizden habersiz fotoğrafımızı çekmiş. 14.05.1967
Tebessümle resmi incelerken düşünmeden edemedim, seviyordum bu hissi. Hiç tanışmasam bile anılara saygı duyardım ve en ufak geçtiğim yerde 'Acaba buralardan kim nasıl geçti?' diye düşünmeden edemezdim. Bazen kendi kendime düşünüp eğlenirdim, şimdiyse birilerinin hatıraları üzerine kurulu olan bu evde oturmak tüylerimi diken diken yapmıştı. Fotoğrafa dokunmadan mutfaktan çıktığımda pencereden gelen bir rüzgar saçlarımı uçuşturmuştu. Bu hisle gülümsemem büyüdü ve oturma odası olduğunu anladığım yere adımladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
n'apim tabiatım böyle, yeonbin
Fanfictionellerim ellerine kavuşuyor, başka mevsime yaz diyemem ben. düzyazı [yeonbin, taegyu]