"Niçin ağlardı insan,
Ölülerin arkasından?"Helga okuduğu kitabı hemen yanındaki komodinin üstüne bıraktı. Ardından gece lambasını kapatıp başını yastığa koydu,gözlerini kapattı ancak uyuyamadı. Hava yağmurlu da değildi ki... Uyuyamadığı için canı sıkılınca yatakta bir o tarafa bir bu tarafa dönmeye başladı. Gece lambası gibi bir kapama tuşu olmayan beynini susturamıyor, istemsizce zihninde dolaşan düşünceleri yakalayıp bir yere zincirleyemiyordu.
"Bunlar da bir uyutmadı...!" diye söylendi suçu üst komşusuna atarak. Fakat bu söylenişte bir bahane aramak amacı olduğu için dudaklarının arasından pek de güçlü çıkamadı sözler.
"Bir su içeyim." deyip mutfağa gitti. İsraf olmasın diye çayın kaynamış suyuyla karıştırdığı damacana suyundan bir bardak doldurdu, susamamasına rağmen zorla içti.
Uykusu olmamasına rağmen yatağına geri dönerken ayakları sürekli geri çekiyor, beyni sanki uyursa çok önemli bir şeyleri kaçıracakmış gibi gözlerini kapatmayı reddediyordu.
Fakat Helga vücudunun tüm bu uyarılarını dinlemeyip uyudu. O gece uyumasaydı kim bilir neler olurdu! Zavallı Helga belki de o sabah hayatının en büyük pişmanlığını yaşamıştı.
"Ne diye sesini kapatıyorsun ki telefonunun be kadın! Aptal kadın, sorumsuz kadın! Al uyu şimdi tüm saatler senin!" diye bağırıyordu güneş doğalı 2 saat olmuşken. Elleri titriyor, kendini parçalamak, yakıp yıkmak istiyordu.
Yapamamıştı çünkü. En yakın arkadaşı canı için boğuşurken onu kurtaramamıştı. Belki de son bir yaşama umuduyla aramıştı kendisini ancak o duymamıştı bile. Şimdi ise artık arkadaşı hayatta yoktu.
Bir zamanlar altın gibi parlayan o altay menekşesi saçları, biraz sonra belki de birkaç böceğin yatağı olacaktı. Hep ışıldayan o gözleri, güler yüzü... Bir iskelete dönüşüp herkes gibi olacaktı en nihayetinde.
Daha da önemlisi Helga bir daha onunla konuşamayacaktı. Son bir diyalog, birkaç söz ya da not... Herhangi bir son olmamıştı bu ölümde ve Helga her zamanki gibi yapamadıkları için ağlıyordu. Ne olurdu o gün uyumasaydı da bedenine uyup sabaha kadar otursaydı!
Ne olurdu arkadaşı kriz geçirirken yanında olsaydı!
Ölmesine razıydı Helga ve zaten biliyordu da ancak... Ancak böyle olmamalıydı. Belki ünlü bir model hakkında konuşurlarken belki de birlikte film izlerlerken... Ölüm böyle habersiz gelmemeliydi!
Helga bir an duraksadı. Bu ölüm... Bu terk ediş... Bir gün onu da bulacaktı!
"Ne yapacağım ben, nereye gideceğim, ölünce ne olacak? Belki de cehenneme giderim ama o da orda mıdır? Yok, sanmıyorum o kesin cennete gitmiştir. Gerçi yok olmuştur da olabilir... Kahretsin ben de yok olacağım! Altmış yedime geldim ve hâlâ kayda değer bir iyiliğim yok. Bedenim olmadan nasıl yaşayacağım? Öbür Dünya'da bir başıma ne yapacağım? Yeni doğmuş çocuklar bile annesinden yardım alıyorken ben kimden yardım alacağım? Ruhumun arzuları nasıl değişecek o zaman, mesela uyumak isteyecek miyim ya da canım kitap okumak isteyecek mi? Kahretsin ya Dünya'ya tekrar gelirsem?!"
Elini ağzına bastırıp yanaklarını iyice sıktı. Gözleri ölümü hatırlamanın verdiği korkuyla bir leylek yuvası gibi açıldı. Nedenini bilmeden ağlıyor, durduramadığı gözyaşları dersini adeta limon sulu bir bıçakla yarıp geçiyordu. Zaten insan da ölünün arkasından başka ne diye ağlardı?
"Ben de öleceğim... Ben de öleceğim..." diye sayıklamaya başladı yaşlılığın da etkisinde kalarak. Gençken ölümü hatırladığında "Daha çok var." deyip geçiştirirdi ama şimdi... Şimdi şah damarından bile daha yakındı ona eceli. Gerçi hep öyleydi ama o yeni fark ediyordu.
Bir hışımla ayağa kalktı, hızla mutfağa koşup kendine su doldurdu. Arkadaşıyla yaşadığı tüm anılar bir anda zihninin zindanlarından çıkıp özgürlüklerine kavuşmuş, her şeyi tam da hatırlamaması gerektiği anda çok net hatırlıyordu.
Suyu içtikten sonra bardağı masaya hızla bırakıp oturduğu yere kilitlendi. Ne kadar uğraşsa da ölüm düşüncesinin korkunçluğunu aşamıyordu. Bir insan ölümü hatırlayarak nasıl yaşayabilirdi ki? Ya unutması lazımdı delirmemek için ya da zihninin zindanlarına kilitlemesi.
Tam da ölümü unutmuşken nerden de çıkmıştı bu...
"Hiç arkadaşım kalmadı... Ölmeden önce de yalnız olacağım öldükten sonra da. Ne zaman öldüğümün bir önemi kalmadı artık." dedi hâlâ elindeki bardağa bakıyorken. Söylediklerine karşıt olarak asla intihar düşüncesi aklından geçmemişti. Madem ne zaman öldüğünün bir anlamı yoktu o zaman intihar etmek hiçbir katkıda bulunmazdı hayatına. Yani o böyle düşünüyordu.
O günün geri kalanında öylesine durgundu ki Helga, gören onu yaşayan bir ölü sanardı. Kendini mi hazırlıyordu soğuk toprağa bilinmez ancak iyi olmadığı kesindi.
Yatmadan önce son bir mum yaktı karanlığa. Gece lambası kullanmak gelmemişti içinden bu karışıklıkta.
Gözlerini kapattı, mum yanmaya devam ederken o da zihnindeki düşünceleri durdurmaya uğraşıyordu. Lambanın içindeki mum saatler sonra nihayet bitme noktasına geldiğinde Helga da uykunun kapılarını aralamıştı. Son birkaç alev var gücüyle yanmaya uğraşırken mum sanki söneceğini anlamış gibi bir anda tüm alevini kusup bir daha yanmamak üzere söndü.