"Sevgiliye,İzmir deyince aklıma
Aklıma bir mavi deniz gelir
Ve kanalizasyon suları denize dökülen.
Ondandır ben Denizleri hiç sevmem.Sevgilim sana bu satırları ne ben yazayım istedim ne de sen okumak isteyeceksin ancak... Ancak son günlerde bir farklı özlüyorum seni. Tıpkı şu an nasıl her bir dakikamı bir daha asla gelmeyecek sana harcıyorsam, sen de öyle seviyordun eminim bir zamanlar beni. Öylesine yalnız -ancak kimsesiz değil- ve öylesine sessiz...
Hatırlar mısın bilmem ama biz bir zamanlar iki ayrı insandık birbirinden habersiz ve hiçbir ayrışmamız yoktu bundan ötürü. Hatta hâlâ en sevdiklerim var sende, en sevmediklerimle beraber. Mesela ellerini birbirine bağlayıp kara kara düşünmen maun rengi sandalyende. Ya da rimelini sürerken kirpiklerine, bir kuğu gibi narin duruşun...
İşte sana bunlarla aşık oldum ben ve bunlarla seviyorum hâlâ da. Tabii bilirsin bazı şeyler... Bazı şeyler bu cümle gibi yarım kalıyor işte.
Söylesene şimdi nerelerdesin sevgilim? Hangi diyarlara uçup gittin de bir saç teli bile kalmamış varlığından geriye? Hangi kapatıcıdan sürdün benliğine söyle!
Baharındaydık aşkımızın ancak bilmiyormuşum ki bu bahar son baharmış. Sonrasında sen kuşlar gibi göç ettin, bense dönmeni bekledim bir fırın kuşunun yuvası zamanla bozulurken.
Ne tuhaf değil mi sevgilim bu mektubu asla okuyamayacak olman? Ya da belki okuyacaksın da benim haberim olmayacak. Ancak yine de anlatayım sana derdimi çünkü gittin gideli beni dinleyecek kimse kalmadı.
Bir pazar sabahıydı (Hiç unutmam). Gözlerimi açtım ve her sabahki gibi seni görmeyi bekledim yatağın diğer ucunda. Ancak yerin, uçsuz bucaksız bozkırlar kadar boştu. Ne şaşırdım ne de telaşa kapıldım fıtratım gereği. Mutfakta kahvaltı hazırlıyorsundur dedim, pazardı ne de olsa günlerden. Ancak bilmiyormuşum ki son kahvaltını, iki hafta önce bir iş günü peynir ekmekle çoktan hazırlamışsın bile.
Yazık oldu doğrusu aşkımıza ama yapacak bir şey yok. Şimdi ne ben seni geri döndürebilirim ne de sen geri dönebilirsin. Gittiğin o sabah, anladım ki bir daha gelmeyeceksin.
Ne fotoğraflarını almışsın ne de giysilerini... Ben şimdi ne yapacağım onlarla? Yanında beni de almamışsın, sen gidince ben ne yapacağım kendimle? Gidiyorsan adam gibi git de hatırlamayayım seni be kadın! Sil varlığını kafamdan, gerekirse öldür beni de öyle git ama böyle aklımda kalma kendin uzaktayken. Ya da gittiğin yerlere beni de götür, sonu olmasa bile.
Ben denizleri seninle sevmiştim ve seninle nefret ettim şimdi Denizlerden. Mektubumun başında da dediğim gibi, İzmirden de taşınacağım. Her Göztepe sahilinde daha da doluyor ciğerlerim senin kokunla ve ben nefes alamıyorum bunca özlemin arasında. Gitmiyor bazı şeyler, senin aksine. Devam ettiremiyorum.
Bir dakika, oğlumuz uyandı. Uyutup geri geleceğim sana. Sen bilmezsin -ya da sevmezsin- ama yine de bekle beni olur mu? Benimle birlikte öksüz bıraktığın bu çocuğu 'annen gelecek' diye kandırmamak için uyutuyorum. Şimdi henüz 8 yaşında -sen giderken 6'ydı- bakalım büyüyünce ne diyeceğim!
Sanırım artık gerçekten dibe yaklaştım sevgilim. Oğlumuz uyuyor, ev sıcak, sen yoksun. Varacağım bir liman, bir tayfam yok. Tıpkı bu mektubun da bir limanı, varacak bir kişisi olmadığı gibi. Havada bir fırtına, Deniz dalgalı. İşte şimdi batıyorum sevgilim, 2 yıl bir girdabın ağzında süründükten sonra işte şimdi nihayet, nihayet batıyorum!
Oğlumuzu mu soruyorsun? Onu çoktan uyuttum dedim ya sevgilim, merak etme. Aklın kalmasın bir tanende. Sen yine eskisi gibi devam et gülmelerine, devam et aşık olmaya ve aşık olduğun o adamı da benim gibi terk etmeye. Devam et ardında bırakmaya insanları, zaten mezarlar da tek kişiliktir ya!"