Şiraz'da Bir Aşk Hikâyesi"Aslı! Hadi kömek [yardım] et de gardaşın çimdirelim [banyo yaptırmak]."
"Tamam ana!"
Genç Kaşkay kızı, bir meşebeye su doldurup annesinin yanına gitti. Çadırın arkasına koydukları leğenin içinde yıkanan küçük Mehmet'in yamacına ilişip meşebedeki suyu çocuğun siyah saçlarından aşağı döktü. Yavaş yavaş akan su leğendeki kirli suyla birleşirken Mehmet de kollarını ovalıyordu.
"Ana, biz ne vakit şehre gedeceyik? Burda sular hemişe [hep] soyug."
"Atan ayak diretmese hasat vakti gelmeden gedirik. Ama yok, eziyeti o çekmiyor ya, eşek inadı tuttu!"
Annesi Hatice, çocuğun kolunu çitilemek için eteğini toplayıp leğenin yanına çömeldi. Beyaz kalıp sabunu beze iyice yedirdikten sonra önce boynuna, sonra da sırasıyla kollarına ve karnına yırtarcasına sürttü. Öyle ki banyo bittikten sonra çocuk deri değiştirmiş gibi parladı, soluk yüzünün rengi açıldı.
"Al gardaşın kıyafetlerini de nehre in." dedi Hatice ana, ayağa kalkarken. Çemlediği kollarını geri indirmeden leğenin suyunu biraz ötedeki ağacın dibine boşalttı.
Aslı yerdeki paçavradan türeme giysileri alıp hasır bir sepete koydu. Sepeti de eliyle belinin arasına sıkıştırıp şelalenin yolunu tuttu. Yol pek de kısa olmadığından yürürken bildiği birkaç türküden birini mırıldandı.
"Gölümüzde sona vardır, elimizde ana vardır.
Arxamızda dona vardır, güllü yaşıl çöl varımız.
Geçen güne ağlamışag, ahdımızı saxlamışag.
Elim sene bağlanmışag, möhkem sinmez bel varımız."Yolun yarısına geldiğinde hep gölgesinde dinlendiği yenidünya ağacının altına oturdu. Sepeti bir kenara bırakıp kollarını ileri geri salladı. Onu yoran, sepetin ağırlığı değil taşıma şekliydi.
"Yoruldun mu Aslı?" diye bir ses geldi kayaların ardından. Genç Kaşkay kızı, rüzgarla birlikte uçup yüzünü kapatan leçeğini eliyle düzeltip arkasına baktığında Ayhan Bey'i gördü. Genç adam tüm çarpıklığıyla karşısında dikilmiş, uzun ve ince vücudunun gölgesi ağacın gölgesine katılıyordu.
"Malları mı otarıyorsun?" diye sordu Aslı.
"He." sesiyle karşılık verdi çoban Ayhan Bey. Ardından yoncaya girmeye çalışan bir danayı da benzer seslerle ürkütüp kaçırdı.
"Kerata bilmir ki şişip patlayacak! Bu sene üç dana öldü böyle." Ayhan Bey ağacın altındaki gölgeye girip kızın yanına oturdu. Yaz güneşi hemen önlerinde irili ufaklı otları kavururken onlar ise o kavrulan bitkilerin birinin altına sığınmış, malların yamaçtan yukarı doğru otlana otlana gelmesini izliyorlardı.
Aslı ağaçtan bir meyve koparıp aldı. Kabuğunu iyice ovaladıktan sonra yarısını ağzına attı. Meyvenin irice çekirdeğini ağacın biraz ötesine tükürürken oğlanın da bir meyve aldığını gördü. İkisi de altında oturdukları ağacın meyvelerinden koparıp koparıp yerken kızın aklına hasır sepette bekleyen çamaşırlar geldi.
"Eyvah çamaşırlar! Gidirem men, hadi sene kolay gele." dedi ve sepeti eskisi gibi beliyle eli arasına sıkıştırıp ayağa kalktı. Ayhan Bey yerinde oturmaya devam ederken kız yamaçtan yukarı yavaş yavaş kayboldu. Arkada kalan oğlan ise dünyadan bihaber otlayan malları izliyordu.
"Bir bakışın çekir canım, ey gözel Aslı!" dedi sevdalı yüreği fakat dağlardan başka kimse duymadı.
***
"Ana, atam seher [sabah] vakti ava gedecek, azığını hazır ettin mi?" dedi Aslı kendi dokuduğu kilimi katlarken. Kilimin üstündeki siyah bereket motifleri üste gelecek şekilde çeyiz sandığının yanına koydu.
"Dünden hazır ettim, sen şu eti doğra da akşama yemek olsun." dedi ve kazana koyduğu eti bıçakla beraber kıza uzattı.
"Od [ateş] yandırdın mı?" diye sordu Aslı.
"Yok, daha tezdir oda. Et pişene geçer."
"Tamam."
Aslı eti aldı, kuşbaşı halinde doğrayıp kazanın içine attı. Bu et, bacağı sakat bir koyunun etiydi. Normalde hayvanları satarak para kazanan aile sakat bir koyunu satamayacakları için kesmişlerdi. Zaten durumları kötü olduğundan, koyundan ettikleri zarar da etinden aldıkları keyfe mâni oluyordu.
Aslı annesiyle beraber sofrayı kurdu. Ortada koca bir sahan bulgur pilavı ve kuzu etiyle ayran o akşamki ziyafetleriydi. Küçük Mehmet iştahla dizi üstüne otururken evin kadınları da herkese kaşık dağıtıyordu.
Çadırın büyüğü Afşin dede yemeğe başladığında evin tüm gelinleri ve erkekleri de kaşıklarını aldılar. Birkaç gün önce malların arasında çoban ıslıklarıyla yürüyen koyun, şimdi göçebe bir Kaşkay ailesinin sahanında bitiyordu. İran'ın çorak topraklarındaki bu göçebe hayat, yamaçtan aşağı yuvarlanan bir çığ gibi devamlıydı ve giderek ağırlaşıyordu.
***
"Ayhan Bey..." dedi Aslı. "Sen Nezaket Nene'nin hikayesini işittin mi heç?"
Bir yandan elindeki kilimi dokuyor, bir yandan da hemen yanında ayakkabısını tamir eden Ayhan Bey'le konuşuyordu. "Çobanım men, kimden işiteyim, bizim aksi düveden mi?"
Aslı güldü. Ön dişleri dudağının ardından bir küçük sakız gibi görünüyor, gözleri bir hilal gibi kısılıyordu.
"Eram Bağları'ndan gelen bir adam, Nezaket Nene'ye tutulmuş. Evlenmek istediyini söylemiş. Kadın da sevdalısına cavab olarag bir kilim dokumuş, kilimin üzerine de bir aslan işlemiş. Aslanın guyrugu dikmiş. Adam seneler nihayetinde öyrenmiş ki bu 'beli' [evet] demek imiş. "
Ayhan Bey elindeki ayakkabıyı bırakıp diğer teki aldı. Aslı'ya kaşları hafif çatık, bir eli dizindeyken sordu:
— Aslanın guyrugu inik olsa 'xeyr' [hayır] mi demek olardı?
"He." sesiyle cevap verdi Aslı. Ardından yeni bir ip yumağı açtı. Tıpkı Balıkesir'in Sındırgı ilçesindeki gibi burada da dokuyacakları kilimlerin iplerini koyun yünü ve çeşitli bitkilerin boyalarından yaparlardı.
"O vakit," diye söze başladı Ayhan Bey.
"Sen de mene bir kilim doku da cavabın görelim."Aslı başını cilveyle öteki tarafa çevirdi, leçeğini avucuyla yüzüne kapattı. Ayhan Bey ise çoktan takımını toplayıp gitmişti.
***
Bir ay sonra, baharın yaprakları yazın sıcağında kavrulurken Ayhan Bey kuyruğu havada bir aslan gördü. Sonrası ise üç elvan gece...
