aslında minho'nun yanında durmak basitti; gözüne gir, yalandan laflar et, onu öv, yalandan sev, yalaka ol... tam da beklenildiği sıra, minho'nun birkaç flörtünde görülen vakalar.
işte aynı vaka, fakat fazlasıyla hayal kırıklığına uğratan biri de şu an onu öpüyor dudaklarından.
"yeonjun..."
"hm?" yavaşça dudaklarından ayrılıp, eli yanağındayken ona baktı yeonjun. ancak minho ne ona bakabiliyor, ne de öpüşlerine karşılık verebiliyor. "neden karşılıksız beni sevmiyorsun? yoksa seviyorsun ama korkuyor musun?" minho hevesinin söneceğini bile bile parlak gözlerini onunla buluşturdu. yeonjun'un ağzı epey açıldı ve kapandı bu sürede.
beklenmedik bir yerden gelmişti, ne cevap verebilirdi? önünde duran çocuğu ilk başta ikna edebilmişti kolayca ilişkiye girmek için, ama şimdi ne oldu da istemediği laflar etmeye başladı? "minho... sevgilim, ne diyorsun sen? ben seni gerçekten çok seviyorum." gülerek ona bakan gencin yanağını okşadığı elini ittirdi minho. yeonjun'un gözleri ellerine kaysa da bir hayli şaşkınlığa uğradı. "hayatım, anlamıyorum seni. ne yapmaya çalışıyorsun? bana hâlâ kızgın mısın?? gerçekten özür dilerim, hastanede olduğunu bilmiyordum."
"o gün akşam benimle gelseydin ya da en önemlisinden düzgünce beni sevseydin benim kafam karışmayacaktı, boşuna fazladan düşünerek kendimi yıpratmayacaktım." ayağa kalkan gence yavaşça baktı yeonjun. "o akşam işim olduğunu söyledim zaten, neden suçlu benmişim gibi konuşuyorsun?"
"ben de biri bana âşık olursa falan diye bekliyorum. belki tüm her şeyin altından kalkarım da, daha iyi birine dönüşebilirim. fakat seninle yapamıyorum, ama yapmak çok istiyordum. laflarınla beni kandırıyorsun... bayağı iyi yapıyorsun bunu ama ben daha iyi biri olmak istiyorum."
"böyle mi ayrılıyorsun benden? ben de seni farklı biri sanmıştım," diyerek o da ayağa kalktı ve karşısında dikildi kahverengi saçlının. kendine tezat boyu uzun olana kafasını kaldırarak baktı ve hiç düşünmeden bir tane kafa atarak yeonjun'u yere devirdi. "siktir git."
koşmasına gerek yoktu, söyleyeceğini söyledi. gayet rahat ama bir o kadar canı yana yana okulun binasına giriş yaptı. neyse ki kimse peşinden gelmiyor ya da yeonjun bağırıp çağırmıyor. ona kafa attığı için pişman değil, rahatlamıştı biraz olsun.
ikinci katın koridorundan hızla geçerken, elleri cebinde karşıdan gelen siyah saçlıyı gördüğü gibi duraksadı. dün dediklerini düşünürken dudakları aralandı ve jisung gözlerini kısarak yanına gelebildi. "ne bu hâlin? ağlamış gibisin," dedi hafiften gülerek, tabii minho umursamayınca sustu.
minho'nun da sustuğunu görünce etrafına bakınıp daha da yaklaştı ona. "bak... yine kötü hissediyorsan-" diyecekti fakat minho lafını bölüverdi. böylece boynuna ve omzuna sığınmaya çalışıp, ne yaptığı belirsiz olan kişiyle telaşlandı siyah saçlı. "minho... minho... sen sevmezsin benimle böyle gözükmeyi. gel tuvalette sarılalım oğlum, yapma böyle ortalıkta."
"ama kötü hissediyorum."
"tamam, onu anlayabildim zaten. ancak biri görürse iyi olmaz, senin için konuşuyorum." boynuna daha çok baskı yapan bu kahverengi saçlıyla iç çekip sırtını okşadı. hafiften belinden ittirmeye çalışarak da etrafa bakındı. "dedikodu çıkarsa karışmam, sonra senin laflarınla uğraşıyoruz."
"ben de artık umursamıyorum, ben neyi umursayacağımı da şaşırdım zaten." yanaklarını şişirip belinden iyice itekleyince, minho da mecbur geri çekildi. sadece masumca bir sarılma istemişti, jisung bile katlanamıyor ona. "niye itekledin beni?"
"manyak... gel," diyerek elinden tutup, tuvalete götürdü. aslında minho'nun asıl gideceği yer tuvaletti. tabii ki ortalık yerde çocuk gibi ağlayıp karizmayı çizdiremezdi. sadece yüzünü yıkayıp, duygularını bastırmak adına birkaç kişiyle takılırdı.
