Bölüm 26

25 4 0
                                    

Uyandığımda saatin farkına varınca bir telaştır beni aldı. Kapımı açmamla bir kadın beni beklediğini söyleyip kolumdan tuttuğu gibi otelin hamamına götürüp bedenimi resmen kırkladı. Ardından odaya çıkarıp zümrüt yeşili abiyeyi giymeme yardım etti. Ayakkabıları ayaklarıma geçirip, saçlarıma ne olduğunu bilmediğim bir şeyler sürüp omuzlarımdan öne doğru dalga dalga dökülmesini sağladı. Yüzüme biraz düzgün dudaklarıma biraz kırmızı ruj sürdü ve sonra aynı hızda odadan çıkıp yokluğa karıştı. Ve ben öylece aynadaki yabancıya bakmaya başladım.

Kapım yeniden tıklanıp açıldığında Hüseyin jilet gibi bir takım elbisenin içinde eli kapıda duruyordu. Birbirimize öyle bir bakıyorduk ki ikimizde bambaşka insanlardık. Ben içimden, ne kadar yakışıklısın, diye geçirirken o hiç çekinmeden, "Çok güzelsin," dedi.

Utancımı gizlemek için tek bir kırışıklık bile olmayan elbiseyi ellerimle ütüler gibi yaptım. Hüseyin yavaş adımlarla bana yaklaştı. Elimi çekinmeden tuttu ve beni kendi etrafımda döndürdü. Nutku tutulmuş gibi, "Prenseslere benziyorsun," dedi. Doğruydu. Şimdi bir prensese benziyordum, ama sadece benzemekle kalacaktım.

"Teşekkürler," demekle yetindim. "Sende çok şık olmuşsun."

Gülümsedi. "Hazırsan çıkalım?" diye sordu. Başımı, evet, anlamında salladım. Bana kolunu uzattı ve derin bir nefes alıp beni bekleyen gece için koluna girdim.

Kutlamanın yapılacağı salon hayatımda gördüğüm en gösterişli ve zengin yerdi. Fevkalade masalarda öyle pek alışık olmadığım hanımlar ve beyefendiler oturuyor, adını sanını bilmediğim yemekler yeniliyordu. Fonda nazik ritimlerde sakin bir müzik çalıyor, masaların ortasındaki mumlar titreyerek yanıyordu. Bürokratlar, askerler, hekimler ve daha nice mevkii sahibi bey ve hanım bu gece için özenle kuşanmış ve gelmişlerdi. Hüseyin şaşılası derecede birçoğunu tanıyor, kısa baş selamlarıyla aralarından geçiyor ve hiç yabancılık çekmiyordu. O bu dünyanın insanıydı, belki de sırf bu yaşam için doğmuştu.

Masamıza geçmeden önce Hüseyin bahsettiği askeri şuradan bey ve hanımlarının yanına kısa bir ziyarette bulundu. Ben ise olduğum yerde öylece koca salonu incelemeye koyuldum. Tavandan kristallerle süslü bir avize sarkıyor, garsonlar düzgün kıyafetlerin içinde karınca gibi çalışıyorlardı. Gümüş takımların tıngırtıları konuşulan politik, tıbbi ve askeri meselelerin arasına karışıyor, kadınların yapmacık olduğu her halinden belli kahkahaları her köşeden yükseliyordu. Getirilen lezzetli yemekler çatal ve bıçak kullanılarak yeniliyor, rakı, şarap ve şampanyalar içiliyordu.

Hüseyin geri döndüğünde yanında bir hanım ve bey duruyordu. Hüseyin, "Fyodor ve eşi Olga Raskalova," dedi ve aynı şekilde beni de onlara taktim edip, "Cennet Çelebi," dedi.

"Memnun oldum," diye elimi uzattığımda ikisi de yüzüme bakakaldılar. Ardından birbirlerine bakıp yeniden bana döndüler. Ben tüm bu şaşkınlığı Türkçe bilmedikleri için sayarken birden aksanlı, "Memnun oldum hanımefendi," dedi Fyodor ve elimi nazikçe tutup öptü. Eşi de zarafetle elimi sıkıp, "Memnun oldum," dedi.

Olga, eşine dönüp Rusça bir şeyler fısıldadı. Artık ne söyledi ise Hüseyin'inde duymasını istemediği bir şey olacak ki oldukça sessiz söylemişti. Etrafımdaki tüm kadınlar gibi bende yapmacık bir gülümsemeyi suratıma yayıp öylece boş boş bakmaya başladım. Hüseyin bizim için ayrılan masaya geçmemizi söyleyene kadar da o yapmacık suratla kaldım. Ama ne var ki bu Rus çiftte bizimle aynı masaya oturdular.

Olga gerçekçi olmayacak kadar sarışın bir kadındı. Siyah tuvaletin içinde geceye doğmuş bir güneş gibi parıldıyordu. Boynunda ki inciler aynı şekilde küpe ve bilekliği ışıltılar saçıyordu. Benim ise boynum, kulaklarım ve bileğim çırılçıplak sırıtıyordu.

SEVGİLİ MERYEM (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin