II

25 6 0
                                    

Başım, merdivenleri izlerken gözlerim düştü. Tüm bu ilerlemiş olduğum yol, uzundu ancak kısa sürmüştü. O sert ve keskin merdivenler benim yatağım oldu. Acıttı, kesti, yara oldu. Kalkıp gidemedim, başka yatağım yoktu ki.

Tekrar gözlerimi açtığımda ayılmak için bir süre beklerim. Nefesimi, benliğimi, olduğum bedeni fark edip hissetmeye çalışırım. Uyku yarı ölümdür, derler. Ben de tekrar uyanmak için şarkılar söylerim. Mırıldanırım, beni duyduklarında rüyalarıma girerler. Lakin ayıldığımda, herkes gibi hayatın dertlerinde kendimi unutacak mıyım diye korkarım geceye kadar.

Korkular, beni ben yapan şeylerdi.
Sanki kaygı kalbimde biriken su damlalarıymış ve hassas anım için pusuda bekliyormuş gibi her an kaygılanabiliyordum. İnsanlar da bunu çok garipsiyordu. Aslında kaygılanacak bir şeye sahipsem bile bununla başa çıkabilecek bir güce sahip değildim, hepsi bu.

"Sen çok kasıntısın sanki," Ses kulaklarıma boğukça geldi ve ben izlediğim koyu kahverengi, ahşap kitaplığa gözlerim dalgın, izlemeye devam ettim. Ansiklopediler ve sözlükler, karmaşıkça dizilmiş şiir kitaplarının arasına konmuştu. Hafifçe kalktım yerimden. Öylesine hafifti ki kalkışım, ben bile hissetmedim. Kolumun arasına zor sığan ansiklopedilerin yerlerini aradım.

"Anlamadım?" Duyulmayacak kadar ince ve kısık bir sesti çıkardığım.
"Seninle konuşmak istiyorum bu konu hakkında."
"Elbette, efendim."
"Hiç kendini birazcık salmayı düşünmedin mi? Şu an bile bana efendim diyorsun."

Kafamı salladım.

"İnsan olmayı," Saçımı düzelttim. "İnsan olmayı yeni öğreniyorum," dedim.
"Bildiğim kadarıyla hep iyi biriydin zaten," Öksürdü. "Hep de kasıyorsun kendini. Hiç geç geldiğini görmedim mektebe. Zor olmuyor mu hiç?"

Kafamı olumsuz anlamda salladım bu sefer.

"Olmuyor. Kurallara uymasam daha zor olurdu."
"Anladım. Uyku sorunun yoktur o zaman?"

Geceleri uyuyamıyordum oysa, düşünmekten. Ne kadar zor düşünmemek, ne kadar zor! Bazı geceler hiç uyumuyordum. Eğer mahvolmuşsam, bu sefer dozajını kaçırıyor saatlerce uyuyordum. Ölemeyeceğimi bildiğimden, en azından yarı ölü olmak için belki. Uyuyor ve uyurken öldüğüm rüyalar görüyordum.

"Var. Ama bu beni engellememeli. Yapamam yoksa, bana söylenileni, emredileni."

Saygıyla eğilip izin istedim ve oradan uzaklaştım.

Günlerim böyle geçiyordu işte. "Bir çiçek konuşsaydı, böyle kibar mı konuşurdu, tıpkı böyle senin gibi," derdi atkılarıma yün almaya gittiğim adam. Çok daha kibar konuşmam gerektiğini ve bunun yeterli olmadığını söyleyip ayrılırdım.

Elbette herkese karşı kibar olmaya çalışıyordum. Fakat onun için özel bir çabam vardı sanki.
Ona, en kibar nasıl olunabiliyorsa o kadar kibar olmak istedim.

Tıpkı bir piyano gibiydi o; yaptığım, dokunduğum en güzel şeylerdendi, en derinlerine, kalbine dokunuyordum çünkü onun. Majör akor gibi cıvıl cıvıl, hayat doluydu, ben de çaldıkça neşe buluyordum. Onu hissederek çaldığımda bana karşılıksız, güzeller güzeli besteler veriyordu. Ancak en küçük bir yanlışımda, tüm parça bozuluyor kalbim de paramparça oluyordu. Bu yüzden hep onu hissetmek, hiç yanlış yapmamak istiyordum. Karşılıklı bağ kurmuştuk biz. Ben minördüm, o majör. Onun parçalarında ben başlıyordum.

Ama bu kasvetli hava, müzik yaparken yanımda olmayışı... Beni izleyeceği zaman şakayıka dönüşür, belki içimdeki serçe uçar yuva kurardı.

Şiirlerimi verdim ona. Bana cennet gibi hissettirdiğini şiirlerle bile anlatamadım ancak. Çünkü cennet nasıldı bilmiyordu, ne kadar güzel bir şeye benzetiyordum onu anlamıyordu.

Bana güzel diyordu fakat bir şakayıkken, yaprak dökmeden önce ne kadar güzeldim görmüyordu.

Özlediğimde, duyuyor, gözlerini benimle kapatıyordu. Tüm o sert merdivenler onunlayken birden yumuşacık oldu.

Ağlayarak piyano çaldım.

bu, baharı son görüşümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin