Irene bütün tren yolculuğu boyunca Anderson'ı süzmüştü. Anderson'ı bugüne kadar 11. Mıntıka'da hiç görmemişti, kim olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Trene bindiklerinde ise Anderson, Irene'in onunla iletişime geçmek için sarf ettiği tüm çabayı yok saymıştı. Irene de denemekten vazgeçmişti. Başta Anderson'ın şokta olduğunu düşünmüştü fakat şuan yan yana otururlarken Anderson'dan gelen zayıf kokunun 11. Mıntıkanın ucuz içkileriyle aynı olduğuna emindi. Bu da Anderson'ın tavrını açıklardı. Hasat Günü'ne sarhoş gelmek tam bir aptallıktı. Onları karşılayan akıl hocaları Chaff ise ikisini kısa bir süzmüş, daha sonra ikisinin de oyunlarda herhangi bir şansının olmadığına karar vermiş olacak ki havadan sudan konuşmaya başlamıştı. Irene'in oyunlara dair sorularına ise kulak asmayarak ayakkabısını nereden aldığıyla ilgili uzun hikayesine devam etmişti.
Saatler süren tren yolculuğundan sonra nihayet tren yavaşlamaya başladı. Irene camdan dışarı baktığında onları karşılamak için dışarı toplanmış bir sürü Başkent vatandaşını gördü. Hepsi sanki önemli bir partiye gidiyorlarmış gibi aşırı süslü ve renkli giyinmişlerdi. Irene'in onlara baktığını görünce ise içlerinden bazıları bağırarak ona el sallamaya başladı. Irene oyunlarda kazanma şansı olmadığını biliyordu. Fakat birkaç sponsor kazanmaktan zarar gelmezdi. Başkent halkına dönerek onlara geri el sallamaya başladı. Çok neşeliymiş gibi davranıyordu. Onu gören Başkent halkı da aynı coşkuyla ona karşılık veriyordu. Irene aralarındaki mesafeden şişmiş gözlerini göremediklerini umdu.
Trenden indiklerinde Barış Muhafızları eşliğinde bir binaya götürüldüler. Odalarına giderlerken ise Anderson'la ayrıldılar. Irene onun yolda düşüp bayılmamasını umdu.
Sırada Kent Meydanı girişi vardı. Stilistleriyle tanışacaklar ve moda adı altında dünyanın en saçma kıyafetlerini giydirileceklerdi. Her mıntıkadaki haraçların giydikleri kıyafetler mıntıklarının yaptıkları işle bağlantılı olmak zorundaydı. Irene ve Anderson 11. Mıntıkadan geliyorlardı. Tarım mıntıkası... Irene, stilistinin ona patates çuvalı giydirmemesini diledi."Merhaba! Sen Irene olmalısın. Memnun oldum ben Flaka, senin stilistinim. Gösterinin yıldızı olmaya hazırsındır umarım."
Irene odaya girer girmez bunları söyleyen kadın, bu girişe uzun süre boyunca çalışmış gibiydi. Başkent'teki herkesin tavrı Irene'in sinirini çok bozuyordu fakat en azından sponsor kazanmak istiyorsa düşündüğü gibi davranmaması gerektiğini biliyordu. Evet, Irene'in sporla hiç alakası yoktu. Muhtemelen arenada başka bir haraçla karşılaşsa ölmesi saniyelerini alırdı. Fakat hangi bitkinin zehirli, hangi bitkinin yenebilir olduğu ya da yakında bir su kaynağı olup olmadığına dair işaretler gibi hayatta kalmasına yardımcı olabilecek bilgilere sahipti. Bu da tarım mıntıkasından gelmesinin iyi yönlerinden biriydi. "Zaten kazanma şansım yok" diyerek en başından pes etmek istemiyordu. En azından elinden geldiğince çaba göstermeliydi. Bu yüzden kadını şu şekilde yanıtlamayı tercih etti:
"Memnun oldum, tüm yardımların için teşekkürler. Eminim bizim için hazırladıkların çok güzeldir."
Flaka, Irene'in bu söylediklerine çok mutlu olmuş gibi kocaman gülümsedi. Flaka'nın her bir dişinde farklı renkte bir taş vardı. Bu şekilde gülümsediğinde çayırdan bir sürü çiçek koparıp ağzına tıkmış ve bazılarının parçaları dişlerine takılmış gibi görünüyordu. Kıyafeti de bu benzetmeden farksızdı. Parça parça rengarenk tüller giymişti. Tüller birbirinin üzerine bindikçe ise renkler daha da kargaşa halini almıştı. Kısaca Irene'in kendisine giydirilmek üzere olan kıyafete dair çok bir umudu yoktu.
...
Irene'i giydirebilmek için üç kişi beraber çalışmaları gerekmişti. Tabi giydiği şeye bir giysi denebilirse. Irene aynada kendine baktı ve yüzünü buruşturmamaya çalıştı. "Kıyafeti" rengarenk mısır koçanlarından oluşuyordu. Koçanlar boynunda bir kolye halini alarak başlıyor, daha sonra çapraz bir askı halinde göğsüne iniyor ve bir elbise şeklini alıyordu. Elbisesi dizlerinin altına inmeden bitiyordu. Irene, her an mısır koçanları bir bir düşmeye başlayacak gibi hissettiğinden rahat edemiyordu. Bu korkusunu Flaka'yla paylaştığında ise Flaka böyle bir şey olmayacağı konusunda onu temin etmişti. Irene'in saçlarını ve makyajını da yapmakla geçen uzun bir süreden sonra ise nihayet zaman gelmişti.
Irene, ona eşlik eden stilistiyle meydana indiğinde Anderson at arabasındaki yerini çoktan almıştı. Irene de kıyafetini parçalamamaya çalışarak dikkatlice Anderson'ın yanına çıktı.
Anderson'a da Irene'le eşleşen aynı şekilde renkli mısır koçanlarından oluşan bir kıyafet yapmışlardı. Ama muhtemelen pantolon yapmak zor gelmişti çünkü Anderson'ın kıyafeti daha çok, sadece kapanması gereken yerlerini kapatan bir eşarp görevi görmüştü. Irene onun yerinde olmadığına şükretti. Anderson ise biraz daha ayılmış gibi görünüyordu. Irene'e dönerek onunla ilk defa konuştu: "Yuh, şu 2. Mıntıka'daki çocuğa bak. Erkeklerden hoşlanmıyorum ama gerçekten yuh yani."
Irene buna karşılık önce ne diyeceğini bilemedi, ağzı şaşkınlıkla aralanmış bir şekilde Anderson'a baktı. Daha sonra da dayanamayarak sesli bir şekilde gülmeye başladı. Diğer haraçlar da ne olduğunu anlamaya çalışarak onlara dönmüştü. At arabaları sırayla harekete başlıyorlardı. Irene, zorlanarak gülmesini durdurdu ve Anderson'a döndü.
"Yani, bence şansını dene. Sonuçta hiçbirimizin kaybedecek bir şeyi yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
69. Açlık Oyunları
FanfictionSelamm, Bu hesapta yazdığımız şeylerin hepsini gerçekten küçükken yazmıştık. Şimdiyse üzerlerinden 5-6 sene geçti ve geri dönüp okuyunca biz bile yazdıklarımıza gülüyoruz. Bu kitap ise, daha buradaki ilk hikayelerimizi yazarkenki zamanlardan bu zama...