2. Siyah Çiçek

67 10 239
                                    

Bu kitapta geçen tüm karakter ve kurgular hayal ürünü olup gerçeklik durumu yoktur.

Yorum yapmayı ve oy vermeyi
unutmayın...

 Bazı duygular vardır. Acıtır, acıttığı yerden çiçek açar. Acıtmayan duygular da vardır elbet. Onların zaten hep çiçekleri vardır. Hepsi hiç görülmemiş cazibede renklerle bezelidir ama acılardan açan çiçeklerimiz tek bir renkten oluşur; siyah. Benim içimde siyah çiçeklerle dolu tarlalar var. O cazibeli, alacalı çiçekleri hiç görmedim, kendi siyah çiçeklerimi renkli sanırdım hep. Halbuki insanların karanlığıyla hep alay etmiştim. Onların içinin karanlığı dışına vuruyordu gözümde. Asıl alay edilecek, karanlık, boşlukta olanın ben olduğumu öğrendiğimde hiç inanmamıştım. Oradan buradan duymuştum bunu. Karanlık diyorlardı bana. Karanlıktım. Beyaza dönen acılı çiçeklerim elbette vardı ama karanlık bir kere sizi esir ettiyse en ufak ışık bile aydınlatamaz sizi. O acının öfkesi, üzüntüsü, kırgınlığı, ruhunuzu kilitli bir kutuya koyuyor. O kutunun dışında siyah beyaz kareler oluyor, başkalarına göre öylesine karelerdi, içten baktığınızda sizin göğünüzdü. O kutuyu ise duyan herkes korkuyor, uzaklaşıyor ve kimse yaklaşmıyor.

Sen duyuyorsun onları. Karanlığın onlara da bulaşmasından, yanına yanaşmaktan, seninle sohbet edip seni kurtarmaktan o kadar korkuyorlar ki acının tenhalığında adım adım ölüyorsun. Kalbinizin atışları bile vücudunuza siyah çiçeklerin tohumlarını ekiyordu. Öyle ki kalbimin ortasında bile o siyah çiçek doğmuştu. Şimdi ise bu sancılı doğumun sonucu çiçek, çığlıklar atarak ruhumu arşınlıyordu. Kendi acısını ruhumun duvarlarına vuruyordu. Ben ise bu aciz yakarışı yalnızca dinleyebiliyordum, onu beyaza boyayamıyordum. Cazibeli renklere de boyamak isterdim elbet ama nasıl yapılır bilmiyorum. O renkler yoktu benim gözlerimde, görmedim hiç.

Çektiğim derin uykudan gözlerimi yavaşça açtım. İçimdeki ruh gözü rüyalar aleminden çıkalı saatler oluyordu. Gözlerimi ise bugünün boğucu ışığına yeni açıyordum. Her zaman olduğu gibi erken saatlerde uyanıp gözlerimi açmadan dakikalarımı yatakta geçirmiştim -ki zaten uyumak için uzun bir sürem yoktu-. Üzerimde benden bir parça gibi görünen yorganı geceki gibi kafama kadar çekerek ısınmayı umuyordum fakat nafileydi. Benim ruhum üşüyordu, herkesten saklanan ruhum utanıyordu çıplaklığından; titriyordu korkusundan. Benim gözlerim önünde çırılçıplak ve savunmasızdı bu ruh. Bu ruh bana köleydi.

On birinci ay saati gibi uyumuştum. Toplantı üçüncü güneş saatinde başlayacaktı ve tedbir alacaktık. Dördüncü güneş saatinde Kor Lord ile tanışacaktık ve saat henüz ikinci güneş saatindeydi, dört saatliğine yarım yamalak bir uyku çekmiştim. Yorganı kafamdan çekip tam karşımda duran pencereden içeriye sızan ışığa baktım. Gözlerim acıyordu fakat bakmak istiyordum. Çünkü neden olmasındı? Dayanabildiğim kadar işim yokmuş gibi dayandım ve güneşten gelen acımasız ışığa karşı kaybettim. Anlık gelen körlükle yataktan kalkıp ezbere bildiğim odada büyük dolabın kapaklarını açarak ne aldığımı görmeden rastgele bir elbise çıkarıp giydim. En son dün gece banyo yaparken yıkadığım elimi yüzümü tekrar yıkadıktan sonra kapının tıklatılmasıyla oraya döndüm. Masanın önüne geçerek sırtımı kapıya döndüm, bu benim 'güne hazırım' duruşum oluyordu.

"Gel." bunu söylemeyi çok seviyordum. Gücün en ufak kırıntısı da olsa iyi hissettiriyordu. Güç demişken bugünün planları kafamı kurcalıyordu. Hâlâ nasıl bir iletişim kurup nasıl bir yol izlemeliydim bilmiyordum. Kapı açıldı ve adım sesleri odaya doldu, kimin geldiğine bakmak için arkamı döndüğümde Karay'ı gördüm.

"Ah, Kraliçe'm... Bugün nasılsınız?" gülümseyerek etrafa enerji saçan Karay olmazsa saraydaki herkesin yüzü sirke satacaktı gerçek manada.

Sonsuzluğa YürüyelimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin