Beomgyu her sabah okuduğu kitabı, kazanın altında yanan ateşe attı. Yeonjun birkaç adım gerisinde onu izliyordu. Onun o kitaba ne kadar değer verdiğini bildiğinden şaşkındı. Kitabın saniyeler içinde tutuşup alevlerin arasında kayboluşunu izledi Beomgyu. Mavi ateşten gözlerini alamıyordu. Kitabın içindekileri ne kadar okursa okusun bir şeyin değişmeyeceğini öğrenmişti artık. İnsanlar değişmemişti, bedenler değişmiş olsa bile ruhlar hep aynıydı.
Beomgyu soğuk bakışlarla kazanın içindeki mor karışımı karıştırıyordu uzun tahta kepçesiyle. Cebinden küçük bir bohça çıkarıp düğümünü açtı. İçinde kedisinin tüyleri, Yeonjun'un kuyruğundan ve kendi saçından birer tutam vardı. Yavaşça serpiştirdi fokur fokur kaynayan karışımın içine. Teker teker karıştı içinde hepsi.
"Ya bu gerçekten mutlak sonunsa? O zaman ne olacak?" Yeonjun yerde oturuyor, onu izliyordu. Öfkesinden kaçmak için ses dahi çıkaramıyordu.
"Nihayet öleceğim." dedi Beomgyu. Öylesine bir şey gibi söyledi bunu.
"Hiçbir şey hatırlamadığına inanmıyorum. Hâlâ anlatacak şeylerin olmalı. Anlatmak istemediğin için sustuğuna eminim!" Yeonjun o gün kaç kere üstelediğini saymamıştı. Beomgyu'nun keçi inadı tutmuştu. "Anlatmazsan sana hiçbir şekilde yardımcı olamam Beomgyu."
"Güvende olursan bana yeteri kadar yardımcı olursun." Karıştırmaya devam etti Beomgyu.
"İnatçı keçi." Gözlerini devirip, dizlerine sarıldı Yeonjun.
Beomgyu her şeyin tamamen bittiğinden emin olunca kepçesini karışımdan çıkardı. "Hadi göle gidelim. Bugün ziyaret etmedik onu." Yeonjun onu ikiletmeden ayaklandı. Gölün, Beomgyu için bir mabet anlamı taşıdığını anlamıştı. Uzun zamandır birlikteydiler. Bunu anlamamış olsaydı tuhaf olurdu.
"Kitabı da yaktın. Bana hikayenin geri kalanını anlatacak mısın?" Gölün başında oturuyorlardı şimdi. Yeonjun ısrar etmeye devam ediyordu.
"Anlatacağım." dedi Beomgyu. Günün sonunda istediğini aldığı için sevindi Yeonjun, o anlatsın diye bekledi. "Efendi Hoseok benim hakkımda sana ne dediyse muhtemelen doğrudur." Beomgyu nihayet anlatıyordu başına gelenleri.
"İnsanları çok mu seviyordun sahiden?" Yeonjun'un gözleri hayretle kocaman açıldı.
"Seviyordum. Hem de önlerine canımı bile sererdim. Hiçbiri hak etmiyormuş bunları, hiçbiri," Sustu bir anlığına. "Tabii bunlar çok uzun zaman önceydi."
"Ne oldu peki?" Yeonjun merakına yenik düşüyordu her defasında.
"Prensesi seviyordum," dedi Beomgyu aniden. Duydukları karşısında yüzü düştü Yeonjun'un, bozuntuya vermemeye çalıştı. "O da beni seviyordu. Kendini koruyan muhafızla birlikte sürekli ziyaretime geliyordu. Hep saraydan kaçacağını söylerdi. Prenses yanıma gelmezken de meydana iner ve insanlara yardım ederdim, büyülerimi kullanırdım. İnsanlar o zamanlar seviyordu beni. Sonra..." Beomgyu o anları tekrar yaşıyormuşcasına acı çekiyordu. Kötü şeyleri anlatmaya dili varmıyordu. Yeonjun ise onu dinlemekten başka bir şey yapmıyordu. Yapamıyordu. Çünkü acısını dindirecek hiçbir şey bilmiyordu.
"Sonra prenses bir gün yanıma tek başına geldi. Korsanları emrine aldığını ve onların bizi deniz aşırı götüreceklerini söyledi. Bu fikir yüzünden çok heyecanlandık ikimiz de. O gece bir bebeğimizin olacağını öğrendik," Beomgyu buruk bir gülüşle koparıyordu çimleri. "Ertesi gün ikimizi limanda yakladılar," Bakışları bir anlığına göle daldı. "Prensesi gözümün önünde öldürdüler. İkisini de kaybettim bu şekilde." Derin bir iç çekti. Yeonjun da onun iç çekişine eşlik etti. "Beni de öldürmeye çalıştılar, ölemedim. Onları kaybedişimin içime düşürdüğü öfkeyle yaktım hepsini. Sonra da buraya kaçtım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cadı ve tilkisi | beomjun ✓
Fanficyeşil cadı beomgyu ve dokuz kuyruklu tilki yeonjun. // angst.