Adsız Bölüm 2

4 0 0
                                    

Giydiği önlük hâlâ gözümün önünden gitmez!

İki hatta üç abisi giydikten sonra ona kalmış gibi duran siyah bir önlük. Eskimişliği, kumaşını parlatmış. Yalnız, üst cebine özenle yerleştirilmiş beyaz mendil fukaralığını silip süpürürdü.

Bizim okulumuzdaki çocukların mendile ihtiyacı yoktu ki! Burnumuz aktığında artık hangisi denk gelir ise. Kol olur, el olur hatta omuz, hiç fark etmez. Sil gitsin!

Hazım'ın ne kolunda ne omzunda salyangozlar gezintiye çıkmazdı. Burnunu, mendiline silen tertemiz bir çocuktu. Önlüğü, gözleri ve teni siyahtı da mendili ve dişleri, kardan da beyaz.

Sınıfta düzenlenen 'Anneler Günü' şiir yarışması ile kırık dökük öyküsü başlamıştı.

Yazdıklarımızı, tahtaya çıkıp okumamız bile belli belirsiz. Herkes, ertesi gün kafasına göre bir şeyler karalayıp gelmiş.

Anlaşılan, muhteşem bir şiir yazdığımı düşünmem için kendimi epey inandırmışım. Heves ederek kekeleyişim dünden de yakın gibi. Şiirimin çirkinliğini, öğretmenin ifadeleri ile anlamıştım: Büyük burnu, belirgin elmacık kemikleri ve gözleri zorlanıyordu.

Gülsen Öğretmen'in kocaman sahte tebessümü, dudaklarına da yansımıştı. Bunu hak etmediğimi düşünerek acısını çıkarmaz mıydım? Dik dik bakabilmek bile bana göre yetmişti. Hatasını affettirmek istercesine, "Çok güzel ama üzerinde çalışmalısın," demesin mi? Acımasız önerisi ile sanatımdan vurulduğum doğrudur.

Şu demir zil çalsaydı da mimiklerindeki acıma hissinden bir an önce kurtulsaydım!

Kimine güldük kimine tepkisiz kaldık. Çoğu zaman dinler gibiydik. Sıkıldığımızda, sohbete koyulduk. Öğle yemeğine doğru okumalar nihayet bitti. Anneler günü amma da büyütülmüştü canım! Yarışmayı duyurduğunda kazanan öğrencinin dünya birincisi gibi saygı göreceği huzur dağıtan ses tonundan belliydi. Anımsıyorum da her birimizi dikkatle dinlemişti hem de gözlerini kapatarak.

Peki, ya birinci? Tabii ki Hazım!

Harçlığı bol tutulan yepyeni önlükler, başarısı karşısında niye şaşkındı?

Şiir anlamlı ve güzel yazılmıştı ki fukara önlük kazanmıştı.

O ne coşkuydu öyle! Şaheserini tekrar okurken tükürükleri duvara kadar ulaşmıştı. Siyahlar içindeki parlayan bakışları, ateş böceğinden farksızdı.

Utana sıkıla çıkışını ama şiirini okurken nasıl usta bir ozana dönüştüğünü unutamam.

Dakikalarca alkış almasını deliler gibi kıskandım. Koşarak Hazım'ı sınıfın duvarına ittikten sonra, "Hayır, bu şiiri ben yazdım!" diyebilmeyi gönülden arzulamıştım.

Heyecana kapıldığı anlarda ortaya çıkan tiki bile hakkını teslim etmişti. Sanatını konuşturduğu süre içinde burnunu ikide bir çekişinden eser kalmamıştı.

Başını sonunu bilmem de Hazım'ın şiirinden kalan detay, 'hastalık' kelimesi olmuştu. Sözcüğün anlamını nereden bilelim? Bizim için hastalık demek, soğuk algınlığından ibaretti.

Öğle yemeğine giderken baktım ki fukara önlük ile aynı yokuşu çıkıyoruz. Aaa! Aynı yolda devam ediyoruz. Bembeyaz dişleri, arkadaşı ile şakalaşıyor da. Birinciliğini anlatıp havalara uçuyordu. Gururla, "Anneme söylemeliyim." diyordu.

Kendime çok öfkelendim. Bugüne dek Hazım ile hep aynı yoldan mı okula gitmiştik! Niçin daha önce fark etmemiştim? Cesaret edip konuşmaya başlayacak iken baktım ki yan yola sapmış. Merak işte ne yapacaksın, takip edip oturduğu evi mutlaka öğrenmeliydim. Kapılarını gördüğüm an afallamıştım! Parçaları, ayrık ve neredeyse ha düştü ha düşecek..

Leyla'nın KapısıWhere stories live. Discover now