Bölüm 1

16 2 3
                                    


Gün her zamanki gibi başlamıştı. Her sabah olduğu gibi, uykusuz gözlerle yatağımda dönüp duruyordum. Ama bugün farklı bir şey var mıydı? Bir his, belki de sabahın sessizliğinde olan bir şey, bir tür huzursuzluk. Annem, kahvaltı hazırlarken yine sessizce mutfakta çalışıyordu, babam ise gazeteyi okurken suratını hiç değiştirmemişti. Her zaman olduğu gibi. Baharat dükkanından gece geç saatte dönmüş olmalıydı.

"Ne var, bugün de bir şey mi var?" diye sormuştum anneme, ama o sadece başını sallayıp geçmişti.

Bir süre sonra sessizliğe bürünmüştü yemek masası. Annem ve babamın tartışmaları gün yüzüne çıkmadan önce her zaman küçük bir gerginlikle başlarlardı; bu sabah da aynıydı. Yine gri kanatlılardan bahsediyorlardı, o eski ve rahatsız edici şeylerden.

Bir an için, babamın "O griden uzak dur." dediğini duymuştum. Duymazdan gelmiştim ama aklımda dönüp duruyordu. Her zaman böyle derdi. Gri kanatlılar, kasabada her zaman olduğu gibi dışlanmış ve haksız yere kötü gözle bakılan insanlardı. Onları izlemek, onlar gibi olmak neredeyse yasak gibiydi.

Neyse ki evden çıkma vakti gelmişti. Çabucak hazırlanıp evden çıktım. Bir an önce oraya gitmeliydim.

Kasabanın hemen dışında, kayalıkların arkasında gizli bir yerimiz vardı. Oscar'la burada buluşmak, buranın güvenliğini hissetmek... Burası, dünyadan ve onlardan uzak, her şeyin ve herkesin unuttuğu bir yerdi. Birbirimize yakın, ama bir o kadar da uzak.

Oscar burada olacaktı. Her zaman olduğu gibi.

Oscar gelene kadar vakit geçirmeliydim. Ama bu zaman diliminde, başımda dönen düşünceleri ve bu ülkenin acımasız sistemini gözden geçirmeden edemedim.

Nivralia, yüzyıllardır var olan bir sistemin hüküm sürdüğü bir ülkeydi. İnsanların kanatları, kim olduklarını ve nereye ait olduklarını belirliyordu. Bu renkli kanatlar, aslında kaderimizi ellerinde tutan birer işaretti.

Altın kanatlar... Onlar, kraliyet ailesinin üyeleriydi. Her şeyin üstündeydiler. Onların yaşamı, diğerlerine örnek olmalıydı. Onlar, ülkedeki en yüksek statüye sahip olanlardı ve bir bakışlarıyla dünyayı değiştirebilirlerdi. Altın kanatlar, sarayda yaşar, her zaman üstün tutulur, bütün kararları onlar alırdı. Bizim gibi sıradan insanlar, onların yalnızca gölgesinde var olurduk.

Bordo kanatlar ise soylulara aitti. Onlar, eski ve köklü ailelerden gelen, ama yine de kraliyetle aynı seviyeye ulaşamayan insanlardı. İyi giyinir, iyi eğitim alırlardı, ama yine de onlar için gerçek güç, altın kanatlarının elindeydi. Bu yüzden bazen, onlara bakarken üzülürdüm. Bordo kanatlar, altın kanatların etrafında dönmeye mahkumlardı, ama gerçek güç asla onların elinde olmayacaktı.

Ve biz... Beyaz kanatlar... Yani halk. Düşüşümüz, yavaş ama sürekli bir yolculuktu. Beyaz kanatlar, işçi sınıfını temsil ederdi. Biz, okullarımıza gider, dükkanlarda çalışır, kasaba meydanlarında alışveriş yapar, bir şekilde hayatta kalırdık. Ama bu hayatta kalışımız, her zaman bir ayrımcılıkla karışırdı. Eğer bir beyaz kanatlı, altın veya bordo kanatlılardan birine bakarsa, gözleri çoğu zaman aşağılanır, tavırları küçümsenir, yerin dibine sokulurdu. Bu, bizim kaderimizdi. Bunu kabul etmek zorundaydık. Ama işin garip tarafı, beyaz kanatlılar, hem efendi hem köleydiler. Halk içinde grilere efendilik yaparken, sarayda köle olarak çalışıyorlardı. Onların sarayda, altın ve bordo kanatlılara hizmet etmek dışında bir değeri yoktu. Gri kanatlıların saraya girmesi ise yasaktı. O büyüleyici duvarların arkasında, gri kanatlıların hiç bir zaman görmeye cesaret edebileceği bir şey yoktu. Saray, tamamen altın ve bordo kanatlılar için inşa edilmişti, bizlerin gözleri ise dışarıda kalırdı.

Nivralia'nın KanatlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin