Bölüm 3

2 0 0
                                    


Hafta sonu, içimi sıkan bir boşlukla başladı. Okul yoktu, ama evdeki sıkıntılar daha da büyümüştü. Annemin verdiği ev hapsi cezası, beni bir türlü huzurlu hissettirmiyordu. Dışarıda güneş parlıyordu, sokaklar sessizdi, ama ben odama hapsolmuş, saatlerin geçmesini bekliyordum. Her şey birbirinin aynısıydı, tıpkı annemin sözleri gibi. "Oscar'la ilgili bir şey görmek istemiyorum!"

Oysa ben, Oscar'la geçirdiğim zamanlardan pişman değildim. Gri kanatlılar hakkında insanlara ne anlatılırsa anlatılsın, ben insanların eşit olduğuna inanıyordum. Onların kanat rengi ne olursa olsun, içlerindeki değer aynıydı. Ama annem, başkalarının ne düşündüğünü hep göz önünde bulunduruyordu. Gri kanatlıları hep aşağılıyordu, bu da benim içimde bir şeyleri daha fazla büyütüyordu. Oysa ben ne olursa olsun, doğru bildiğimi savunacaktım.

Duyduğum hışırtı sesleriyle gözlerim bir anda odanın penceresine kaydı. Bir gölge belirdi camda. Önce gözlerim, sonra zihnim netleşti. Oscar.

"Lyra," dedi, sesi o kadar rahatlatıcıydı ki. "Bugün dışarı çıkmanın tam vakti. Hadi gel, kasabayı geride bırakıp bir şeyler yapalım. Nereye istersen, birlikte gidelim."

Bir an ne dediğini anlamadım. Dışarı mı çıkmak? Ama ben... Evde hapsolmuştum. "Oscar, ben... ev hapsindeyim," dedim, sesim çıkarken içimden bir huzursuzluk yükseldi. "Kimseye görünmeden dışarı çıkamam. Evden bile çıkmam yasak. Sen de biliyorsun, değil mi?"

Oscar bir an sessiz kaldı, ama sonra o rahatlatıcı gülümsemesiyle gözlerime baktı. "Saatlerdir buluşma noktamıza gelmemenden bunu anlamıştım zaten. Madem sen gelmiyorsun, o zaman ben seni kaçırıyorum!"

Söyledikleri karşısında kıkırdadım.

"Bunu yapmam." diye itiraz ettim, ama bu defa cümlemdeki tereddüt bile zayıftı. İçimdeki arzu, kasaba dışına çıkma isteği, onu dinlemeye başlamıştı.

Oscar, beni daha da cesaretlendirecek şekilde gülümsedi. "Lyra, gün batmadan evde olacaksın ailen fark etmeyecek bile."

Birden, zihnimdeki engeller yıkıldı. Ne kadar korksam da, içimde bir sıcaklık yükseldi. Hızla, ama bir o kadar kararlı bir şekilde pencerenin kenarına adımımı attım. "Hadi o zaman," dedim, derin bir nefes alarak. "Sadece gün batana kadar."

Oscar'ın gözleri parladı. Hızla havalandı, kanatları rüzgarla birlikte açıldı. Beni beklerken gülümsedi. "Bizi kimse engelleyemez, Lyra. Hadi gel."

Ve ben de onun peşinden uçtum, kasabanın sıcak havası hızla geride kalırken, yeni bir başlangıcın heyecanıyla kalbim hızla çarpmaya başladı. Artık geri dönmek yoktu. Kafesin dışında, sadece özgürlük vardı.

Oscar ile birlikte kasabanın eteklerinden, dağın öbür ucuna doğru uçmaya başladık. Hava, öğlen ışığıyla aydınlık ve gökyüzü öylesine berraktı ki, uçarken sanki her şey daha net, daha canlı görünüyordu. Bütün kasaba, kasvetli evler ve dar sokaklar, geride kaldı. Bunu fark ettiğimde, kalbim bir an hızla çarptı. Birlikte hareket ettikçe, gövdemdeki her kasın gevşediğini hissediyordum. Oscar'ın hızına yetişmeye çalışarak, kanatlarımı daha fazla açtım, özgürlüğün tadını çıkararak hızlandım.

Dağ, kasabanın sınırlarının çok ötesine uzanıyordu. Bütün o geniş ağaçlar, sık ormanlar ve derin vadilerle doluydu. Gözlerimi kırpmadan, öndeki Oscar'ı izleyerek onunla birlikte süzüldüm. Rüzgarın yüzüme çarpan serinliği, her bir tüyümü titretiyordu. Oscar'ın uçuşu o kadar sakin ve ritmikti ki, sanki havada süzülen bir kuğu gibiydi. Onun arkasında kalmamak için hızla kanatlarımı çırptım.

Dağların öbür ucuna vardık. Burası, kasabadan çok farklıydı. Sessiz, bakir bir doğa... Öylesine huzurlu bir yerdi ki, burada kasaba gürültüsü ya da insanların bakışları yoktu. Toprağın yeşili, ağaçların yumuşak dokusu, her şey adeta çağırıyordu. Ağaçlar arasından geçerken, nefesimi kesen o eşsiz manzara çıktı karşıma: Bir göl. Göl, dağın yamacına gizlenmiş, etrafını saran ağaçlarla çevrelenmişti. Suyun üstünde hafif bir sis tabakası vardı, ancak güneşin ışıkları onu hafifçe parlatıyordu. Burası bir cennetti.

Nivralia'nın KanatlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin