Plan-2

9 5 13
                                    

   "İzgi senin farkın ne?"

   Bu soruyu bilmiyorum diye cevaplamayı çok isterdim ama duvarların arasında tek başına yıllat geçirince insan ister istemez biliyordu. Farkım İzgi olmaktı. Ben buraya geldikten sonra değişmemiştim, hep böyleydim. Çocukken babamla en sevdiğim şey şelaleden atlamaktı. Ciddiyim, bunu gerçekten yapardık hem de her hafta sonu.

Ağustos 2509

"Kızım sakın babanın elini bırakma, tamam mı?" 

   Anneme koştum ve ona sarıldım. "Sen merak etme anneciğim, babamın kaybolmasına izin vermem ben." Sonra ona şunu fısıldadım: "Endişelenme, kocacığını sana geri getireceğim." Bu onu güldürmeye ve endişelerini gidermeye yetmişti. Bazen annemin beni bir hırsız olarak görüp görmediğini merak ediyordum. Babam için önce hep ben gelirdim ve bana taparcasına aşıktı ama benim gönlüm başkasındaydı. Başkası demişken, hanimiş benim prensim?

   Onu ortalıkta göremeyince seslendim. "Aabiii" O ben çağırınca hep gelirdi ve bu sefer de öyle olmuştu. Daha o yanıma varmadan kucağına atladım. O da küçüktü ama beni taşıyamayacak kadar değil. Yanaklarını sulu sulu öptüm. "Ben yokken çok üzülme, tamam mı?" "Sen gelene kadar ben de sana okuyacağım yeni masalı öğreneceğim. Yani çok da acele etme küçüğüm." Daha fazla kucağında kalmak istiyordum ama canını yakma düşüncesine de dayanamıyordum. Aşağı indim ama kolları hala bana sarılıydı. Ben de ona sardım kollarımı. Hep bu oluyordu, ne zaman buluşsak ayrılamıyorduk. Gerçi ben onun kollarında sonsuza kadar kalmaya razıydım.

   Babam daha fazla dayanamadı ve bizi ayırdı. "Bıraksana kızımı seni gidi y kromozomu, o benim." "Ben de seni seviyorum baba." diyen abim yukarı çıkmaya başladı. Babam hep böyle konuşurdu abimle. Aslında hiç kıyamazlardı birbirlerine sadece bizim yanımızda geçinemiyormuş rolü yapıyorlardı. Daha fazla uzatmadan evden çıktık.

   Babam piknik sepetimizi taşırken ben yolda göreceğimiz hayvanların yemeklerini taşıyordum. Yemyeşil ağaçların iki yanında serili olduğu bir patikada yürüyorduk. Ağaç tepelerindeki kuşlar için biraz yem saçtım havaya. Kanat sesleri gittikçe arttı ve yemek için bir savaş başlattılar. Ama böyle oluyor muydu hiç? Bir avuç daha attım ve ilerlemeye devam ettim. Babam kaybolursa anneme ne diyeceğimi bilmiyordum.

   Patika bitti ve ormana girdik ama ben hiç korkmadım. Doğadan korkulmazdı, o sevilmek için vardı. Hemen yanımdaki ağaçta bir sincap gördüm ve çantamdan bir palamut çıkardım. Elimde palamutla sincabı bekliyordum. 

   Beni çok bekletmeden geldi ama elime çok yaklaşmıyordu. Ona gülümsedim belki işe yaramayacaktı ama yine de gülümsedim. Bunu anladığından mı bilmiyorum, elime çıktı ve yemeğini yemeye başladı. "Sincabın yaşını tahmin edebilir misin?" Babamdan gelen bu soruyla duraksadım. Nereden bilebilirdim ki? Başımı umutsuzca iki yana salladım. Bunu yaparken dudaklarımı büzmeyi ihmal etmiyordum.

"O bir yavru. Eğer yetişkin olsaydı eline sığamazdı." Nasıl yani, daha da büyük sincaplar mı vardı? uzanıp babamın elini tuttum. Elim ounkinin içinde küçücük kalıyordu. "Senin elin kadar mı bu yetişkin sincaplar?" "Evet hayatım." "Onları ne zaman görürüm?" "Yukarı bak. Yavrusu sende olduğu için korkmuş biraz." Ama korkmasın! Ben çok tatlı bir çocuğum, yavrusuna zarar vermem ki.

   Ona da bir palamut uzattım diğer elimle. Palamuta mı yavrusuna mı geldi emin değilim ama geldi. Babam haklıydı, bu seferki elime sığmamıştı. Palamutunu aldı ve yedi. Sonra yavrusunun yanına sıçradı. Babam ellerini uzatınca ikisini de ona verdim ve başlarını okşamaya başladım. İkisi birleşince korkudan eser kalmamıştı. Başlarını parmağıma doğru uzatıyorlardı.

Gelecek: KobayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin