Onu ne kadar uzun süredir görmediğim geldi aklıma. 4 ya da 5 yıl.. Yokluğu öyle huzurluydu ki, günleri sayarak huzuruma gem vurmaktan sakınmıştım.
Öyle uzundu ki hayatımın huzura bulandığı zaman, gözlerinin mavisi bile çıkmıştı aklımdan. Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.
Bundan sonra huzur yoktu, hissediyordum. Bunu anlamam için ne müneccim ne de bir başka şey olmama gerek yoktu.
Gülümsediği çarptı gözüme. Parmaklarım boynuma gitti istemsizce. Burada olmamam gerekiyordu.
Dudaklarının hareket ettiğini fark ettim fakat sesi kulaklarıma ulaşmamıştı. Utançla başımı eğdim. Düşüncelerime böylesine gömülmem doğru değildi..
"Anlamadım?" diye fısıldadım.
"Büyümüşsün" dedi.
"Olması gerektiği gibi."
"Olması gerektiği gibi mi?" Gözleri bir parsın avına diktiğindeki gibi parıldıyordu. İştahla.. Ve açlıkla. "Bu sarayda olması gereken hariç her şey oluyor, sana küçüklüğünden beri bunu öğretmeye çalışıyorum."
"Sanırım buraya gelirken üzerinde 'biçura' yazan bir mezar taşıydı beklediğin, değil mi?" kaşlarımı çatmıştım "Olması gereken buydu sana göre."
"Kündün" dedi. İlk kez duyuyordum onun dudaklarından ismimi. İlk kez. Ve bunu öyle masum bir halde söylemişti ki, bir an onun gerçekte kim olduğunu unuttum. Başımı yana eğdim, gözlerine ilgiyle bakıyordum.
Dudaklarından dökülecek diğer kelimeleri büyük bir merakla bekliyordum. Büyük bir aptallıkla.
Birkaç adım sonra nefesi yüzümdeydi. Soğuk elleriyle yüzümü çevrelediğinde kalbim olmaması gerektiği gibiydi, hızla atıyordu.
Başımı eğdim. Birkaç saniye sonra işaret parmağıyla çenemi kaldırdı. Sağ eli çıplak olan kolumdan aşağı yol bulurken hafif bir ürperti geçti bedenimden. Elim ellerinin arasındaydı.
Çenemi tutan parmağı boynuma ilerledi. Mavi gözleri bir an olsun titremiyordu.
Kitaplarda okuduğum denizin burada, karşımda olduğunu gördüm. Deniz buradaydı. Bir çift gözün içine hapsolmuştu.
Yutkunmaktan kendimi alamadım. Soğuk teni dokunduğu yeri yakıyordu.
Gözlerimi kapattım birkaç saniye için.
İçime hükümranlığını kurmuş olan mantıklı ses konuştu; bir yılanın yavrusu ancak bir yılan olur, kendine gel.
"Kündün" dedi tekrardan. Fakat az önceki gibi masum bir tona bürünmemişti. "Sana bir başka celladın elini sürmesine izin verebileceğimi düşünmüyorsun değil mi?"
Bir yılanın yavrusu ancak yılan olur.
Ancak yılan.Geri çekilmeye çalıştığımda eli belimi kavradı. Yüzü çok daha yakındı.
Bacağıma sardığım hançeri düşündüm. Ondan güç olmaya çalıştım bir ahmak gibi. Oysa ona zarar veremezdim. Beni öldürse bile dirilip de ondan intikam alamazdım. Aciz olduğum için mi? Hayır... babasına borçlu olduğum canım için de değil. Kral Kutay'a duyduğum sonsuz sevgi için yakamazdım canını.
Ona saplayacağım hançer ondan önce Kralın yüreğini delerdi. Ve sonra benim...
"Kendin mi öldüreceksin beni?" diye fısıldadım.
Gözümün önüne gelen perçemi kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Neden ölümden bahsediyoruz?" dedi "Hala yaşarken üstelik."
"Yarım kalan eziyetinin sonu ölüme varacak, belki ondandır."
"Hayır, seni öldürmeyeceğim." gözlerinde yılların nefreti vardı. İlk kez korktum ondan. Yapabileceklerinden değil çünkü bir ihtimal değildi artık bu. Yapacaktı besbelli. Dudaklarını alnıma bastırdığında elimi göğsüne götürdüm. İtmek belki yumruklamak içindi ama ikisini de yapamadım. "Sen benim eşim olacaksın." dedi duygusuz sesi "Benim kraliçem."
"Ne saçmalıyorsun sen?" dedim, şaka yaptığını söylemesini bekliyordum.
"Benim Kraliçem olacaksın." dedi yeniden. Pürüzsüz bir sesle. Duygusuz. Alalede bir şey söylermiş gibi.
"Seninle evleneceğime kendimi timsahların önüne atarım." dedim tıslarcasına.
Mavi gözleri sevinçle parıldadı. Belimi sıkı sıkı sarmış olan eli gevşemişti "Evet" dedi "Bu ikisinin arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaksın biçura."
&
Üzerimdeki elbiseyi yırtarak çıkarmış, erkek elbiseleri diye aşağılanan kıyafetlerimi giymiştim. Kral Kutay'ı görmek istemiyordum, kimseyi. Saçlarımı hızla örerken tek istediğim yalnız kalmaktı. Ve bu sarayda kimse yalnız kalamazdı. Sürekli birileri "Ben buradayım ve seni izliyorum biçura" derdi bakışlarıyla.
Kılıcımı kabzasına yerleştirdikten sonra bir hışımla çıktım odadan. Ne yanımdan geçenlere ne de yanlarından geçer geçmez dedikoduya başlayanları görmüyordum.
Merdivenlerden koşarcasına indim. Bir grup askerin yanına ilerlerken diyeceklerimi düşünmüyordum. Aralarından biri beni fark ettiğinde diğerleri de duruşlarını düzeltmişti. Burada bana saygı gösteren yalnızca askerlerdi. Onlar da Krala duydukları sevgiden kaynaklanıyordu.
"Giray" dedim elimi başıma götürürken "O geldi mi?"
"Geldi" dedi simsiyah gözleri olan bir asker.
Duruşu öyle sakin ve rahattı ki gözlerimi kısarak bakmaktan kendimi alamadım.
"Sen.."
"Evet, Prensesim" dedi abartılı bir edayla başını eğerken "Komutan Giray emrinizdedir."
Ne çevremizdekileri ne de uzaktan izleyenleri umursamadan koştum kollarına. Öyle sıkı sarılmıştım ki bir süre sonra kendisini bırakmam için yalvardı.
Giray buradaydı. Benimleydi. Sonunda derdimi anlatabileceğim ve kendimi önüne atacağım timsahları bulmama yardım edebilecek dostum yanımdaydı.
"Savaştayken okuma yazmayı ya da.. Mektup yazmayı mı unuttun?" dedim kızgınlıkla. Elimi kılıcımın kabzasına götürdüm "Hatırlatabileceğimi umuyorum."
Parmağıyla burnumu sıktı "hala cadısın." dedi kolunu omzuma atarken. Yavaş yavaş yürümeye başlamıştık.
"Neden bana hiç yazmadın?"
"Çünkü Kraliçe Dora öyle buyurdu."
"Ne?" dedim tiz bir sesle. Yürümeyi bırakmıştım ve yüzüne bakıyordum sinirle. "Ne cürretle?"
"Bak cadı, önce sakin ol." Saldıray'ın yaptığı gibi ellerini yüzüme götürdü "Üç dört kere mektup yazdım.."
"Ama bana.." gelmemişti ki o mektuplar!
"Biliyorum sana gelmedi, Kraliçe söyledi zaten bunu. Ve Kraliçe Dora sana bir daha yazmamamı söyledi çünkü sen artık bir genç kız olmuşsun" kıyafetlerime baktı "Ama bana sorarsan genç bir erkek gibi görünüyorsun."
"Gırgırı bırak! Nasıl böyle bir şey yapabilir? Sen.. Sen Kralın yeğenisin."
"İstersem Kralın oğlu olayım yine de kraliçe Dora'nın emirlerine uymak zorundayım Kündün."
"Saçmalık."
Birkaç dakika önce kendimi önüne atmayı düşündüğüm timsahlara şimdi Kraliçeyi atmak istiyordum.
"Ne oluyor bilmiyorum ama.. Sanırım seninle görüşmemi istemeyen tek kişi o değil." Kollarını önünde birleştirdi. Gözleri uzaklardaki bir noktaya sabitlenmişti.
Baktığı yere döndüğümde, onu görmeyi ummuyordum.
Simsiyah bir atın üzerinde bizi izleyen Veliaht Saldıray'ı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçenin Yasak Elması
RomanceAcımasızlığı ile nam salan Kral Saldıray'ın eşiydim fakat bir asker olan Giray'ın aşkını yüreğimde saklıyordum.