"Keşke sana uymasaydım."
"Keşke ben de bana uymasaydım."
Verdiği karşılığa karşılık her ne kadar ufacık harekette patlayacak durumda olsam da gülmeden edemedim.
Cidden dediği gibi olmuş, her şeyi yiyip süpürmüştük.
"Yiyemem diyordun birde, şu hâline bak."
"Evet, yiyebileceğimi öğrendim böylelikle."
Tekrardan gülmeye başlamıştık böylelikle de.
Gökyüzünde gibi hissediyordum. Bulutların üzerlerinde süzülüyor gibi. Hatta küçükken hayalini kurduğum şekilde, bazılarının üzerlerinde yayılıyor ve o mutluluğu iliklerime kadar hissediyor gibi.
Bu kadar yakında olmak. Bu kadar yakından o gülüşünü görüyor olmak. Bulutların üzerinde yayılmaktan da öte bir mutluluk.
Hatta mutluluğun en doruklarında bile olabilir. Ötesi uzaya fırlayıp Satürn'ün halkalarından kaydırakmış gibi kaymak falan olurdu sanırım. Bu da bir çocukluk hayali.
Beni çocuklaştırıyorsun Lee Minho.
"Bence buraları toplayıp düzenlerken kendimize geliriz."
Ortaya attığım fikir ile tek gözünü hafifçe kısıp kaşını da onunla birlikte indirmişti.
Tam fotoğraflık anları kayda alamamak çok can sıkıcıydı.
"Burası tam olarak ne zaman bu hale geldi ya?"
Sorduğu soru üzerine gülümsemem büyümüş "yemeye başladığımızdan bu yana mahvolup duruyordu." demiştim.
"Öyle mi oluyordu? Kendimi yemeğe çok kaptırmış olmalıyım kendimi..."
"Olabilir evet."
Şu an kadar tatlıydı ki küçükken yediğim meyveli şekerlerin karşısında tek söz etmeye cesaretleri olamazdı.
"Çok dalıyorsun."
Demesi ile yine ne yaptığımın farkına çok geç varabilmiştim. Bakışlarımı bile kontrol edemiyordum...
Öyle bir güzelliğe sahip ki gözlerim benden bağımsızlaşıyor onu gördüklerinde. Tüm dikkatlerinin onun üzerinde olmasını istiyorlar sanki.
Zihnim tümüyle onunla dolup taşıyor. Sahip olabileceği en güzel şey oymuş gibi sahipleniyor kendine.
Ve kulaklarım aniden duyunca sesini devam etsin istiyorlar. Biliyorlar konuşamayacak, benim konuşmam gerekecek. Bu yüzden de bir kez daha sesime küsüyorlar.
"Dalgınım biraz..."
"Fark ediliyor. Nedenini sorsam?"
Sormak ve sormamak arasında kalmış olduğu çok net bir şekilde belli oluyordu. Düşünceli tavırları kalbimi her defasında daha derinden okşuyordu.
"Yorgunluk üzerine fazla yemek eklenince oldu sanırım..."
Gerçekleri gün yüzüne çıkarmak biraz ürkütücüydü. Özellikle de ilk adımlarını henüz yeni yeni atmaya başlamışken.
"Peki o zaman toplayalım buraları. Kısa bir yürüyüş sonra uyursun hemen."
"Tamamdır."
Dediğim gibi hemen ayaklanmış ve çöpleri falan ayırmış, her şeyi yerine yerleştirmeye başlamıştık. En son da bulaşığı hallettik ve saat gece on bir buçuğu gösterirken biraz eritme yürüyüşü yapmak amaçlı dışarıya çıktık.
"Üşümüyorsun değil mi?"
Sorusunu işitmemle birlikte yüzümü hemen onunkine döndürmüş, kurduğumuz göz teması eşliğinde cevap vermiştim.
"Soğuğu hissetmeyi seviyorum biliyorsun."
Biliyorsun... Tek kelime bunca duyguyu aynı anda hissettirebilir miydi? Kesinlikle evet.
"Üşüyorsun yani? Dönelim o zaman hasta olma."
"Hayır dönmeyelim, güzel hissettiriyor. Hasta olursam da bakarım ben kendime, iyileşirim zor da olsa."
Hâlâ bana bakan yüzünde kaşlarını çattığını gördüm ve ardından şaşkınlığımı arttıracak o kelimeler teker teker döküldü ağzından.
"Hasta olmanı istemiyorum. Ama olursan da seni yalnız bırakmam, birlikte iyileştiririz seni."
Şaşkın şaşkın yüzüne bakıp, aynı zamanda yürüyordum ki bir anda diğer yanımdaki koluma kadar sardığı bedenimi kendine çekmesiyle bu şaşkınlık beş on katına çıkıverdi.
"Hâlâ çok dalgınsın Seungmin, yolda yürürken önüne bakamayacak kadar. Ve çıkan büyük bir yağmur birikintisine ayağını daldıracak kadar."
"Biraz öyleyim sanırım... Teşekkürler."
Su birikintisine dalmaktan kurtardığı gibi karşısına çevirmişti başını.
Ve şimdi dikkatimi bir şey çekiyordu. Hâlâ benden uzaklaşmamıştı. Unutmuş olabilir miydi? Ne alaka ki? Hemen bırakabilirdi...
"Ayrılmayacak mıyız?"
Lütfen ayırma bizi lütfen. Lütfen bir daha olmasın lütfen.
"Böyle iyi işte. Ne güzel gidiyoruz bak, hem daha az üşürsün."
Demesi üzerine soğuk namına hiçbir şey kalmamış, zaten içimi ateş basmıştı.
Tüm yolu bu şekilde yürümüş sonunda evimin önüne gelmiştik.
"Gidecek misin sen şimdi?"
"Gideyim mi?"
Git diyemezdim, istemiyordum. Ama kal da diyemezdim, çok istekli gibi görünmek kötü olur.
"Yani, sen bilirsin."
"Bilemiyorum, sen kadar ver."
Sıkıştırmasana ya işte. Ne diyeyim ben şimdi sana?
"Yanii, bir şeyleri rayına sokmaya çalışıyordun. İpleri hemen sarkıtmasan daha iyi olur gibi..."
Ve yine o gülümseme. İçten ve sıcak. Tüm soğuk hava dalgasına meydan okuyacak derecede.
"Kalayım o zaman, gitmeyeyim."
"Kal o zaman. Gitme..."
___________________________
Çok tatlılar, yumuş yumuş oluyorum yazarken.
2min çok güzel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeşil Led |2min|
FanfictionUyku Seungmin için sadece yeşil led ile mümkündü. Fakat ya bir gün ledsiz kalırsa ne olacaktı?