Tüm yolu birlikte yürümüş sonunda ise otele vardığımızda herkese on beş dakika verilmişti. Sonrasında yemek için aşağıya inmemiz gerekiyordu bu defa da.
Tüm yolu Minho'nun isteksizliğini düşünürek gelmiş en sonunda da odaya adımımı atar atmaz derince iç çekmiştim.
Cidden bunu yapması mı gerekiyordu? Onsuzlukla cezalandırılacak kadar büyük bir suç izlediğimi düşünmüyorum.
Arkamdan onun da odaya girmesiyle montumu çıkardığım gibi geri çıkmıştım.
Aynı ortamda bulunmamız düşüncelere kendimi istememi sağlıyordu kesinlikle. Bugün bunu daha net bir şekilde görmüş oldum.
Daha sonra restaurant bölümüne geçiş yapmak amaçlı aşağıya inmiştim.
Ulaştığımda ise çoktan bir masaya yerleşmiş olan Chan ve Felix'i görmemle yine bir iç çekmiştim. O benim yanımda rahat etmiyorken yemek yemek çok tuhaf olacaktı.
İkiliye doğru yürürken arkamdan Minho'nun geldiğinin farkında değildim.
Karşı karşıya oturmuş çiftin yanına ulaştığımda ise hemen Chan'ın yani a oturmuştum.
Minho da gelip yavaşça sandalyesine otururken ister istemez gözlerim ona kaymıştı.
Tamamıyla dalıp ona kitlenmişken bir anda gözlerimizin birleşmesiyle yerimde sıçrayınca dizimi masaya çarpmıştım.
"Ne oldu?"
Chan'ın endişeli çıkan sesiyle başımı ona çevirmiş hemen uydurabileceğim bir bahane arayışına girirmiştim.
"Yok bir şey. Sadece... Onun kafasında böcek var sandım."
Onun. İsmini ağzıma alacak kadar yabancılaşmış mıydık cidden? Bu garip hissettiriyordu.
Eli kafasını bulurken "ama yokmuş göz yanılması." diyerek içini rahatlatmaya çalışmıştım.
Kafasını salladı sadece.
Yemekler önümüze koyulduğunda önce bir menüde gezindi gözlerim.
Kesinlikle et almayan mideme inat böyle bir yemek olması hiç iyi olmamıştı.
Aç kalacağım gerçeği canımı sıkarken bir anda gelen ses üzüntümü şaşkınlığa çevirmişti.
"Seungmin et yiyemiyor. Paylaşalım onun yemeğini salataları da birleştirelim aç kalmasın."
Bu cümleyi Minho'nun kurması ne kadar gerçekçiydi?
Ardından birde ekmek alıp önüme koyması şaşkınlığımı ikiye katlamıştı.
Bu duruma şaşıran tek kişi değildim. Tam çapraz karşımda oturan Felix'in de bakışları benimkilerle benzerdi.
Hatta yanımda oturduğu için nasıl bir ifadeyle izlediğini görmediğim Chan'ın bile aynı şekilde baktığına emindim.
"Teşekkürler..."
Ağzımdan çıkan tek kelime ile yeme kısmına geçiş yapmıştık.
"Siz ikiniz! Güzel geçinin."
Aldığımız son öğütle de artık odaya doğru yürümeye başlamıştık.
Şimdi sıra en zor kısımdaydı işte. Aynı oda içerisinde sadece ikimiz varken uyumaya çalışmak. Yeşillerin bile bana yardımcı olması çok zor değil miydi şu an?
"Ben bir lavaboya gideceğim. Sen geç odaya."
Bilgilendirmesi ile kafamı sallayıp yola aynen devam etmiştim. Odaya geldiğim gibi de üstümü değiştirmiş çantamdan çıkardığım yeşil ledlerimi yakmak için harekete geçmiştim.
Fakat bir sorun vardı. Açılmıyorlardı?? Sakin olmaya çalışarak tekrar ve tekrar denedim fakat hiçbir şey olmuyordu. Tam şu an da her zamankinden daha fazla ihtiyacım varken bozulmuş olamazlardı değil mi?
Derin nefeslerim arasında gözlerim dolmuş bir vaziyette hepsini tekrardan çantama yerleştirmiş yatağa oturmuştum.
Asla sakinleşemiyor aklımda yalnızca karanlık canlanıyor ve beni tamamıyla içine çekiyordu.
İç savaşım devam ederken kapı açılmış Minho içeri girmişti. Onun gekmesiyle güçsüz görünmemek adına hemen yatağa gömülmüş sırtımı ona dönmüş bir şekilde yorganı boğazıma kadar çekmiştim.
"Ledlerin nerede?"
Bu led olayını bilen iki kişiden biriydi o da. Herkesin bilmesine gerek duymamıştım asla. İkisinin bilmesi bile fazlaydı bana.
"Kullanmıyorum artık...."
Korku dolu sesimin belli olmaması için ümit ederken "peki" diye mırıldanışı ilişti kulaklarıma.
İnanma bana. Eskiden olsa anlardın hemen yalan söylediğimi. Anlasana yine hadi. Anlasan da bakar mısın yine yeşillerinle? Sarar mısın yine dört bir yanımı? Güzel sesinin tınısını sunar mısın yine kulaklarıma? İyileştirir misin beni yine?
Yapmazsın. Yapmadın.
Yalnızca söndürdün ışıkları ve sen de arkanı dönüp yattın.
Beni bu karanlıkta yine bir başıma bıraktın.
Titremelerim daha da sıklaşırken ağzımdan çıkmak için uğraşan hıçkırıkları bastırmaya çalışıyordum.
Eskiden olsa duyardın sessizliğimi değil mi? Hissederdin acımı. Şimdi yapmıyorsun Minho. Bu kadar mı uzaksın bana?
Ve bir direnişin sonu daha. Verdiği savaşa yenik düşen bir hıçkırık süzülüp çıkmıştı ağızdan dışarı.
Yaşlar duramıyordu daha fazla parmaklıkların ardında. Boşalıyorlardı yarın yokmuşçasına.
Ve ben hissediyordum. Benim için birkaç sesleniş ve birkaç dokunuş bahşediliyordu o an.
Yüzümde hissettiğim sıcaklık vermiyordu o huzuru ama rahatlatıyordu da.
Dışarıdan vuran lambaların sebebiyet olduğu bu tablo nefesimi tazeliyordu biraz daha.
Yıkılan birkaç duvarın ardından gözüken yeşiller beni yaşatıyordu.
Minho sırf ondan hoşlandığı için en yakın arkadaş sıfatını geri çektiği kişiye, yine hayat veriyordu.
______________________
Bu ficte Minho'nun gözlerini yeşil olarak düşünüyoruz. Kahve gözlerini hiçbir şeye değişmesem de ficin yeşille kafayı bozması gereği bunu yapmak zorundayız.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.