sabah heyecanlıydım. dişlerimi fırçalarken heyecanlıydım. kahvaltı yaparken heyecanlıydım, hatta çok yiyemedim, midem fazla almadı. arabada heyecanlıydım. okulda heyecanlıydım. öğlene kadar heyecanlıydım, bu lanet heyecan yakamı bırakmadı, yapıştı bana. gün boyu yeonjun ve dudaklarından başka bir şey düşünemedim, ofladım durdum. güneşe lanet ettim, niye doğdun lan, dedim, o kadar rahatsız oldum heyecandan. kendi kendimi tükettim.
belli bir şeyi beklediğinizde zaman geçmiyor, anlayabiliyorum. vermiş olduğu o sabırsızlık ve tükenmişlikle ders bittiği gibi sınıftan hızlıca yürüyerek çıktım, belki de ardımda bir iki eşyamı unuttum. zaman bekçisinin yorulup zamanın bozulmasına sebep verdiği sınıftan büyük bir istekle ayrıldım. ellerim terledi, ona buna çarptım. yeonjun'un dudakları aklıma gelince yutkundum. pişman oldum dediklerimden. etkilemişti beni işte apaçık bir şekilde, etkilemez diye düşünmüştüm oysa. yeonjun'u öpersem geri dönüşü olmayan bir yola girecektim. laflarımı söylemeden önce daha fazla düşünmeliydim. fazla rahat bırakmıştım kendimi. aklımla zorum var.
yeonjun'la gece bir daha konuştuk, aradım onu. konuştuktan birkaç saat sonra uyuyamayacağımı hissettim heyecandan ya da stresten, beni niye bu kadar yaktı onu da anlamadım. sesini duyarsam rahatlarım diye düşünmüştüm, haklıydım da. bir haftadır görüşmüyorduk sadece. uzaylı falan değildi yeonjun. camımın mermerindeki sigara çöpüydü, bahçemdeki güldü, bana mırıldandığı şarkıydı. tanıdıktı. yakınımdı. çok yakınımdı. kafede buluşalım dedi, inkar ettim biraz daha konuşalım diye, yarım saat meşgul ettim onu gecenin ikisinde, sonunda kafenin arkasında buluşma kararı aldık.
kafenin önünde soluklanmak için durdum. yeonjun geç kalırsa iyi olur diye umut ettim ama dünyanın en dakik insanıydı kendisi, büyük ihtimalle kafenin arkasındaydı çoktan, beni bekliyordu. dert etmedim bunu. soluklanmam gerekiyordu. kendimi teselli etmem gerekiyordu. hayatım boyunca yapacağım en büyük şey değildi bile bu, farkındaydım, ama risk almamaktan zarar gelmez. tabii bu kararı baştan veren ben olduğum için bunu söylediğimde biraz dengesiz biri gibi duruyor olabilirim.
bir ya da iki dakika bekledikten sonra dar yola girdim, on beş adımda varırdım varmam gereken yere. cesaretimi toplamıştım, önceden yapmadığım bir şey de değildi yeonjun'u öpmek, rahatladım böyle düşüne düşüne. yine o biraz stresliyken yaptığım şeyi yaptım, ayaklarımı izliyordum, adımlarımı takip ediyordum ki yanıma yaklaştığını göremediğim birisi beni kolumdan yakaladı ve koşmama sebep oldu. hemen kafamı kaldırıp baktığımda gördüğüm manzara şaşılacak bir şey değildi, yeonjun'du beni sürekleyen. çabucak beni çekip kafenin arkasındaki biraz üstte kalan bahçenin duvarına yasladı ve hiç beklemeden dudaklarımızı birleştirdi. şok olmadım, aksine direkt karşılık vermeye başladım.
öpüşmeye başladığımızda hemen bitsin istediğim için bir rahatlık vardı üstümde, hedefime yaklaşmıştım sonuçta. fakat zaman geçtikçe, yeonjun'un kabanımı es geçip belimden geçirdiği kolları sırtıma çıkıp beni daha sıkı tutmak için çabaladıkça, ellerim kollarım alıştığım bu aktiviteden artık içsel bir güvenle kendini yeonjun'un omuzlarının üstünde uzun uzadıya uzatıp sadece dudaklarımızı birleştirdiğimiz yere odaklanmama sebep olunca, o rahatlık kendini zevk almanın verdiği rahatlığa bıraktı. tamamen zevk alıyordum yeonjun'u öpmekten, onun beni mertebesine yetişemediğim bir sertlikte öpmesinden. bunun sebebi belki de sadece bu olayın kendisinin genel olarak cinselliği uyandıran bir aktivite olmasındandı, geçen sefer bir beklentim vardı ve gerçekleşmemişti, fakat bu sefer yegane amacım yeonjun'u öpmekti. bir şeyler değişmişti kesinlikle. bir hafta olmuştu o öpüşmemizden sonra, bir şeyler değişmişti. daha tam kestiremiyorum. kendimi anın havasına bıraktım, çok iyi hissettiriyor.
bu bulutlu gündeki bulutlar uzun bir mesafe katedip güneşi aramıza sokana kadar öpüştük, sonrasında da öpüştük, yeonjun doymak bilmiyordu, öyle kendini kaybetmişti ki belimi sıkı sıkı tutan ellerine rağmen titrek bacakları yüzünden ayakta kalamıyordu, dengesini kaybediyordu ve duvardan tam destek alan benim üzerime düşüyor, duvardan tutunuyordu. salaştı hareketleri, dudaklarımı değerlendirmekten vücuduna hakim olamıyordu. geçen hafta nasıl kendini tuttu, içinde kim bilir kaç havai fişek, kaç yanardağ vardı diye düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. empati de kurabiliyordum ama, hala kendimi tutuyordu bir yanım, hissedebiliyordum. içimden bir ses yeonjun'u üç saat boyunca öpmemi söylüyordu, bir yandan da az da olsa artık bitsin bu diye düşünüyordum.