İlk kez o zaman ağlamıştım. Dünyadaki herkes kendine bir yer ediniyordu fakat on iki yaşındaki ben için aitlik kavramına uyan hiçbir şey yoktu. Küçük bahçemizde hayvanları izlerdim. Civcivlerimizi çok severdim ve onları izlemekten büyük zevk alırdım. Onları beslediğim zaman onları mutlu ettiğim düşüncesiyle bende mutlu olurdum. Şimdi düşünüyorum da ben hiç kendi mutluluğumu önemsememişim. Belki benzetmem size garip gelebilir. Sonuçta civcivlerin mutluluğuna sevinmemle başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğumun önüme koymamın bir alakası yok. Gittikçe on iki yaşındaki çocuğun iç dünyasını daha iyi anlayacağınıza eminim.
Civcivler sadece onları beslediğim için değil, bir yuvaları olduğu içinde mutlulardı. Birde kendime bakmıştım; sürekli kavgalarla boğuşan ailem, sadece menfaatleri uğruna benim yanımda olan arkadaşlar. Ben dört yıl önce bile mutlu değilmişim. Sahi ben ne zaman gerçekten mutlu olmuşum? İşte ilk kez o zaman ağlamıştım. Hayatın gerçekleri yüzüme tokat gibi vurmasını on iki yaşımdayken tecrübe etmiştim. Kimse neden ağladığımı anlamamıştı. Dört yıl önceki küçücük halim bile neden ağladığını bilmiyordu ki.
Kuşları çok kıskanırdım. Özgürce gökyüzünde bir oraya, bir buraya savrulmalarına hep imrenmişimdir. Kalıcı yerleri yok, bağlı oldukları bir hayat yok. İstedikleri yere uçup gidebilirler. Eski hayatlarını her an geride bırakıp yenisine atlayabilirler. Oysa benim bağlılıklarım her zaman hayatımı cehenneme çevirir.
Ölmeden önce yaşamayı deneyimleyen ruhlar ne kadar da şanslı. Bu kitabı okuyanlar yaşamadan ölmeyi deneyimlemiş midir?
"Kendinden başka kimseyi sevmiyorsun!" Annemin klasik laflarından biri. Yine heyheyleri tepesindeydi çünkü dün bulaşıkları yıkamadan uyuyakalmak gibi bir hata yapmıştım. Konunun ne ara kendimi sevmeye geldiğini sormayın, ben de bilmiyorum.
"Tamam anne." Annem böyle dediğim için daha da sinirlenmişe benziyordu. Nasıl ona "tamam" deme cüretini gösterebilirim.(!)
"Benim o kadar lafımın üstüne tek söylediğin bu mu?" Tam ağzımı açıp bir şey demek isterken sinirle elini salladı. "Sus cevap verme bana."
Anlayabilene aşk olsun.
"Kalk şu evi temizle sonra da derslerini yap. Sen iyice tembelleştin artık." Oflayarak yerimden kalktım. Sonra bunu yaptığıma pişman oldum çünkü 'of' dediğim için yine iki saat azar işittim. Hayat hiç kolay değildi. Özellikle tüm lafı ev işlerine ve sizin tembelliğinize getiren bir anneniz varsa.
"Babam nerde?"
"Nerden bileyim ben. Komşudadır yine." Babam bu aralar eve uğramaz olmuştu. Neredeyse sürekli komşudaydı. Mecburen kızlarıyla oynamak zorunda kaldığım komşudan oldum olası nefret etmişimdir. Benim aksime babam onları çok seviyordu anlaşılan. "Bugün evin büyük kızının doğum günü," diye ekleme yaptı annem. İşte şimdi taşlar yerine oturmuştu. Babamın dün gece kutuda getirdiği şey o kızın hediyesi olmalıydı.
"Babam bana hiçbir doğum günümde hediye almadı," dedim bulaşıkları yıkarken. Aslında bunu kendime söylüyordum ama biraz yüksek sesle söylemiş olmalıyım ki annem de duymuştu.
"Baban benim doğum günümü kelimeyle bile kutlamaz," dedi o da kısık sesle. Annemin ağlamamak için kendini tuttuğunu görebiliyordum. İşte ilk kez o zaman kırılmıştım babama. Beni üzmesi etki etmiyordu artık ama annemin üzülmesine dayanamıyordum.
Annem aniden kalkıp dışarı çıkarken arkasından bakakaldım. Ağlamaya gittiğini biliyordum. Babam çok değişmişti. Artık ne anneme değer veriyordu ne de bana. Bize uğradığı bile yoktu. Bazen gerçek babam olup olmadığını sorguluyorum. Hangi baba kızının gözlerinin önünde başka çocukları daha fazla severdi ki? Hangi baba elin kızlarını hediyelerle şımartırken kendi kızına görmek için bile uğramazdı ki? Ama onun yerine başka birinin babam olmasını hiç istemedim. Ben babamı çok seviyorum. Doğduğumdan beri herkese babamı daha çok sevdiğimi söyleyip dururum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR YILDIZIM VARDI
Teen FictionMilyonlarca kitap yazılmıştır kavuşamayan aşıklara, milyonlarca şiir yazılmıştır dokunmadan seven bedenlere. Sera yıllardır kalbine gömdüğü aşkın ateşinde kavrulurken bir çıkış yolu bulmuştu. Aklına gelen dahiyane fikir başkalarına göre pekte olası...