BU BÖLÜMÜ YAZARKEN BU ŞARKIYI DİNLEMENİZİ TAVSİYE EDİYORUM ÖZELLİKLE BÖLÜMÜN SONRASINDA İYİ OKUMALAR BALLARIM
https://youtu.be/yfkQ2fOjMa001 01 2021
Yine mükemmel bir pazar sabahına gözlerimi araladım, uzun bir esnemenin ardından yattığım yereden doğruldum... inanıyordum bu gün benim için çok verimli bir gün olacaktı kendi kendime sırıttım tam yatağımın yanında ki komidinin üzerinde duran telefonumu almak için uzanıyordum ki
açık olan kapımdan adeta bir havan füzesi gibi atılan yastığın kafama çarpmasıyla yatağıma sırt üstü geri serildim.
Elim kafama gitti " Ayy " diye bir ses çıkardım. Evet kesinlikle çok verimli geçecek derken sağ meleğim iyi yanından bak abilerimiz sayesinde kendimizi korumayı öğreniyoruz dedi.
Kafama bu havan füzesini hangi abimin fırlattığını öğrenmek için yattığım yerden doğruldum.
Karşımdaki şahsiyet üçüncü abim sarptı.
Zaten beni böyle ya sarp abim yada en küçük olan deren abim uyandırırdı.
En büyük abim timur askerdi genellikle kışlada yada görevde olurdu çok göremezdim arada uğrardı eve bana da asla el şakası yapmaz ufak tefek sözlü şakalarda bulunurdu. Yapmak istese hastanelik olurdum. Abilerimin arasında bileği en kuvvetli, yapılı olan oydu asker adam tabi öyle olacaktı. İkinci abim ise altı yıllık tıpı yedinci yıllında bitirecekti inşallah.
ilk yıllı kazandım zaten diyip haytalığa verdiği için bir yıl daha uzamıştı bu yıl da son yıllı olduğu için odasına kapanıp kendini parçalayarak tusa çalışıyordu umudum bi an önce doktor olmasıydı sonuçta o bu mesleği yapacak diye ben ve bütün aile kollarımızı feda etmiştik. Ben bile öğrenmiştim tıpla ilgili birşeyler. Üçüncü abim sarpsa babamın mesleğini seçip mütait çıraklığı yapıyor iş öğreniyordu. En küçük abimse bilgisayar mühendisliği okuyordu.
Tam bir bilgisayar kurdudur lise yıllarında tüm öğretmenleri bu işte oldukça başarılı olacağını söylüyorlarmış doğruda çıkmştı hackerlığa doğru gidiyordu deren abim.
" Abii ne yapıyorsun ya öldüreceksin en sonunda beni" diye cırladım.
Abim odamın kapısına dikilip pis pis sırıtırken " kötüye bişey olmaz merak etme sen" diyerek gülmeye devam ediyordu ki arkadan ensesine yediği şamarla gülmesi kirpit gibi kesildi..
Arkasından babam belirdi can babam " kim öldürüyor lan benim kızımı yavaş öldürsün" dedi.
sırıtma sırası bendeydi bu sefer ben pis pis sırıttım sesimi ve gözlerimi yalvaran köpek moduna getirerek konuştum " baba abim uyanır uyanmaz kafama havan füzesi fırlatır gibi yastık fırlattı,vallahi bir gün beni öldürecek abimler sende heracıksız kalacaksın" dedim.
Babamsa " bana bakın kaç kere dedim kızıma adam gibi davranın diye bir iki laf fayda etmiyor herhal güllüğümün tek guzunu da öldüreceksiniz sonra ben naparım mis kokulu prensesimsiz" diyerek yanıma gelip saçlarımı koklayıp üzerlerine derin bir öpücük kondurdu..
Arkadan abimin şakayla karışık bu evde ayrımcılık var adalet yok diye sızlanmaları yükselse de duymamazlıktan geldim ben babamdan öpücüğümü almıştım gerisinin pek bir önemi yoktu ...1297 OSMANLI DEVLETİ KURULMADAN İKİ YIL ÖNCE
Dört nala koşan attın üstünde karşıda görünen saraya baktım..
Gerçekten görkemli bir saraydı bu zamanda bu denli güzel ve ihtişamlı bir yapı inşa etmek hiç te kolay olmamıştır diye geçirdim içimden.
Ne yapmam gerektiği ile ilgili pek bilgim yoktu. Ne buraya nasıl geldiğimi ne de buradan nasıl kendi zamanıma döneceğimi bilemiyordum. Buraya gelmem nasıl olabilirdi bu mümkünmüydü... bu zaman kadar gördüklerim bunun mümkün olduğunu gösteriyordu. Burası şaka olamayacak kadar kanlıydı. Nefes alabilmek için nefes kesmen, var olabilmek için yok etmen gereken biryerdi.
Bunu çok net anlamıştım,yorgundum dinlenip kafamı toplayıp düşünmem, nasıl eve geri döneceğimi bulmam gerekiyordu. Az önce karşıdan gördüğüm yenişehre giriyorduk, önce otaların arasından
sonra ise ahşap tezgahlar ve mallarını satmak için bağıran insanların aralarından geçiyorduk.
Bu süre zarfında geçtiğimiz her yereki bakışlar bize dönüyordu. Tabi öyle olacak dedi sol melek orhan beyin atında salına salına saraya gidiyoruz sana bakmasınlar da karamürselin kara sakalına mı baksınlar. Haklıydı bu dediğinde sol melek,sağ melek dahil oldu aramızda ki konuşmaya bir mesele daha var ki sen buranın kadınlarından çok farklısın hera bütün keramet orhan beyde olmaya bilir. Sağ melek de haklıydı şuana kadar gördüğüm bütün kadınlar esmer ,buğday tenli, çok ufak olmayan burun, dolgun mor tonlarına yakın dudaklar, kahve yada siyah çekik gözler orta boylarda ama yapılı kadınlardı . Bense bembeyaz tenim, küçücük burnum, dolgun tatlı pembe dudakalrım, oldukça biçimli bir çenem ve hala renginin ela mı yeşil mi yoksa ikisinin karışımı mı olduğun bilmediğim uzun, siyah, kıvrık kirpiklerimin gölgelediği büyük gözlere sahiptim.
Eğer hala aynı görünüme sahipsem tabi.
Pazar olduğunu tahmin ettiğim yerden de geçip oldukça büyük surları sağlam olduğu her halinden belli olan bir kapı karşıladı bizi kart bir erkek sesi yükseldi
" orhan beyim gelmiştür açasınız kapıları"
sesin geldiği yöne döndüm surların üzerinde elinde okla bize bakan nöbetçi alp vardı.
Telaşım gittikçe büyüyordu,şaka gibi ciddi ciddi osmanlı beyliğinin sarayına gelmiştim gerçi yılı bilmediğim için kayı obasından osmanlı beyliğine geçilmişmiydi tam olarak bilmiyordum ama henüz devletin kurulma aşamasında olduğu belliydi. Eğer tarih doğru yazılduysa prenses holofira ile orhan gazi devlettin kurulduğu yıl yani 1299 da evleniyorlardı bu durumda orhanla ben yaniğ holofira yeni karşılaştığına göre devletin kurulmasına yakındık, kaç yılında tanıştıklarını, tanıştıktan ne kadar süre sonra evlendiklerini bunları bilmiyordum. Sarayın kapıları yavaş yavaş aralandı. Aralanan kapıdan içeri baktım. Oldukça büyük bir avlu , avlunun ortasında yuvarlak bir su fıskıyesi sarayın girişini oldukça görkemli gösteriyordu. Dışı böyleyse içini düşünemiyorum diye düşünecektim ki zaten böyle bişeye vakit kalmadan kapıdan iki kadın çıktı. Onların ardındaysa
10 12 yaşlarında iki kız ve bir de adam çıkmıştı.
Kadınlardan biri oldukça gösterişli vücudunun her yerini kaplayan mor bir elbise ve başında sarı, gümüş,mor renklerinde ki boncuk , ağı işlemeler ile oluşturulmuş bir fes fesin arkasıysa kıyafetiyle aynı renke olan bir kumaşla kapatılmıştı. Boyu muhtemelen benden kısaydı 1.60 felandı yüzüyse kara kaşı kara gözü,buğday teni, kısa kirpikleri ve büyüklüğü yüzüne uygun güzel bir bunu,dolgun mor rengine yakın dudakları vardı.
Diğer kasının üzerinde ise koyu mavi yine vücudunun her yerini kaplayan omuzlarının üstünden yere kadar salanan kumaş parçaları ağır işlemesi olan bir elbise vardı. Diğer kadına göre daha uzun olan boyu, altın sarısı ve koyu maviyle rengiyle fesin üstüne işlenmiş oldukça gösterişli boyncuklar,anlıyla fesin birleştiği yerde ise tıpkı çeyrek altına benzeyen anlına doğru salanan altınlar vardı. Yüzünde ise kehribara yakın değişik bir göz rengi, küçük pembe dudakları, açık kahve gibi sarıya dönük çok sık olmayan kaşı ve kirpikleri, orta boylarda bir burnu vardı. Kilosu ise diğerine göre daha fazlaydı . Ben kadınları inlcelememi bitirirken bizde saraydan içeri doğru girmiştik, kadınlarsa bize doğru yürümeye başladılar. Orhan attan inip elini yine bana uzattı bu sefer beklemeden izin verdim ellerimizin birleşmesine. Elerimizin birleşmesine izin vermiştim ama gözlerimiz böyle bir izne gerek duymadan birleşmişti. Yine doladı kollarını belime benim de onun omzuna doladığım gibi indirdi beni attan tek seferde. Dip dibeydik ağır ağır çözüldü kollarımız doladığımız bedenlerden.. artık tamamen bedenlerimiz ayrıldığında gözlerimizi ayıran ses mavi elbiseli hızla bize doğru yürüyen kadından geldi " evlatt "dedi orhana doğru. Orhansa hemen ona doğru gelen kadına bir iki adım atıp " anam" dediyerek elini öptü, sarıldı .
Ardından mor elbiseli kadına doğru gidip onun elini öptü sarıldı " rabia ana" dedi.
Arkada ki üçlü guruptan yükselenn ağbey sesiyle de tüm taşlar oturmuştu yerine .
Orhan arkadan gelen o iki kıza" fatmam halimem " diyerek sıkı sıkı sarıldı. Kızlardan ayrıldıktan sonra yanında ki adam da
" ağbey nerelerde kaldın gözümüz yollara düştü" dedi ve gülerek sarıldı orhana
" eee gardaş vazifemiz çetindir laığıyla yerine getirmeye çalışırız" dedi orhan.
Annesi yani malhun hatun tekrar sordu
" eyimisin evlat " dedi kolunda ki yaraya bakarak
" çok şükür eyiyim ana merak etmeyeyesin mühüm bişey değildir" dedi orhan .
malhun hatunun özlediği her halinden belli olan şefkatli bakışları evladının üstünde süzüllürken kardeşlerinin meraklı bakışlarıysa bendeydi . En sonunda rabia hatunun bakışları da bana döndü. Tedirgindim gözlerime değen bakışlara karşılık vedim bana nasıl baktıklarını anlamak için..
sevgiyle bakıyordu merhametle... bu bakış beni biraz olsun rahatlatmıştı.
Rabia hatun bana doğru gelerek " bu kız kimdir oğul yaralıdır " dedi.
Rabia hatunu duyan herkesin bakışları bana döndü benimkiyse orhana beni buraya sürükleyerek getiren oydu bu cevabı da onun vermesi gerekiyordu. Bu bakışımı anlamış olmalı ki konuştu.
" Yarhisar tekfurunun kızı prenses holofira " dedi. Fatma diye sarıldığı kız atladı söze
" Eyi de tekfurun kızıysa burda ne işi vardır" hemen ardından diğer kız yani halime tamamladı fatmanın cümlesini " ve eli yüzü nedeyyü bu haldedir" diye bir soru yöneltti yüzüne bakmak için göktelenin tepesine bakar gibi baktığı abisine.
Sol melek konuştu üstüme iylik sağlık ne varmış elimizde yüzümüzde.
Bu konuda bende meraklıydım nasıl göründüğümü bilmiyordum eski görüntüm gibi olmasını umuyordum. Orhan konuştu " ormanda karşılaştık yamyamlar saldırmıştı onların elinden kurtardık" dedi. Malhun hatun da rabia hatun gibi yanıma gelip "hoşgelmişsin kızım" dedi ilgi ve şefkatle baktı yarama " hayde şifahaneye gidelim evvel yarana baksınlar " dedi koluma girerek beni ilerletiyor du ki orhanın sesi herkesin bakışlarını kendine çekti .
" Ana başını kayalıklara çarpmış.. evvelini hatırlamaz" dediğinde orhanda ki tüm bakışlar bana döndü. Bi süre sessizlik oldu bu sessizliği bozan şeyse rabia hatunun sözü oldu.
" Tezinden şifahaneye varalım bakalım yaraya"
orhanı pişimize takansa malhun hatunun
" orhan sende gelesin senin de koluna bakmak icab eder" diyişi oldu.
Ardından arkasında ki kadınlara dönüp
" bacılar sizde aşları hazır edesiniz osman bey gelende de sofrayı kuracaz" dedi.
Beraber sarayın içine doğru ilerlemeye başladım sesim çıkmıyor onlar ne yöne gidiyorsa onlara ayak uydurup o yöne gidiyordum ellerim titremeye başım dönmeye başlamıştı.
Alık alık bakıyordum her yere ,yavaş yavaş bulanan görüntümü düzeltmek için açıp kapıyordum gözlerimi.Tanya anında bunu farketti " preensesim iyimisiniz " dedi kolumu tutarak .
Başımı sallamakla yetindim. Şifahanesine gelmiştik malhun hatun beni koyun yünleriyle yapılmış yer yatağına oturturken aynı anda bize arkası dönük olan adama seslendi.
" Akçakoca gelesin hele "
sesi duyan adam arkası dönük şekilde ilgilendiği işi bırakıp hızla bize döndü demmek akçakoca oydu. Bana doğru gelip önüme eğildi ardından söze malhun hatun girdi
" başını kayalıklara çarpmış evvelini hatırlamaz akçakoca" dedi .
Akçakoca bi süre beni inceledikten sonra " ahvaline bakılırsa pek kan kaybetmiştir malhun hatun az şerbet içirmek icbeder, yarayı da evvel temizleyip sonra kapatacaz lakin evvelin için elimden gelen bişey yoktur." dedi. Bunu biliyordum zaten yine de bu beni biraz üzmüştü.
Ardında şifahanenin kapısı açıldı gördüğüm yüzle ellimin ayağımın titrediğini hissetim bu oydu...
eyüp hocaydı.. Ben şok olmuş gözlerle ona bakarken o benim başımda dikilen orhana doğru baktı
" beyim hoşgelmişsin" dedi . Ardından gözleri bana baktı ve o bakışı bana yetti. Hatırlıyordu...
o da farkındaydı herşeyin onunla konuşmam gerekiyordu geri dönüş biletimi alacağım kişi o olabilirdi.
Orhan " hoşgördüm eyüp bey " dedi. Eyüp hoca tekrar konuştu.
" Ulak geldi beyim mühim havadislerim vardır" orhan başını sallayıp kapıyı işaret etti.
Onlar dışarı çıkareken akça koca yaramı çoktan temizlemiş ardından bi kız su ve havlu getirip elimi yüzümü yıkamama yardımcı oldu. Malhun hatun ve rabia hatun ise orhanla çıkmıştı.
Bizse ben tedavimi olana kadar orada durduktan sonra bi kadın bizi bir odaya götürüp yeni kıyafeler ve ihtiyacımız olabilecek şeyler getirdi.
Benimse eyüp hocayla konuşmam gerekiyordu. Tanya beni dinlenmem için bırakıp hava almaya avluya çıkmıştı. Bu bir fırsattı hemen eyüp hocayı bulup konuşmam gerekiyordu.
Yattığım yataktan ayaklanıp beyaz kanlı elbisemin eteklerini toplayıp hızla kapıya ilerledim tam kapıyı açıyordum ki odanın kapısı açıldı. Eyüp hocaydı...
"Hocamm" diyerek aramızda ki mesafeyi kapatıp dolu gözlerle panikle konuşmaya başladım.
" Biz biz buraya nasıl geldik hocam gelecekten geçmişe ... nasıl nasıl olur bu , o kitapta ne vardı o kitap yüzünden mi buradayız nasıl geri döneceğiz.. evimiz ailemiz hepsi hepsi "
diyordum ki eyüp hoca beni bölüp tüm ciddiyetiyle konuştu.
"Geride kaldı.."
sessizce baktım gözlerine nasıl der gibi tek kaşımı kaldırdım havaya devam etti
"Burada yapmamız gereken şeyer var prenses holofira,biz artık bu tarihin bir parçasıyız." dediğinde gözlerim kocaman oldu dolmaya başladıklarını hissetim.
"Biliyorum kabullenmek hiç kolay değil ama o kitabı açtığın anda artık biz buranın bir parçası olduk ve sen...tarih için..osmanlının geleceği için...çok önemlisin ,yapacağın en ufak bir yanlış tarihin tüm seyrini değiştirip tüm tarihi yani günümüzüde dahil mahvede bilir" durdu derin bir nefes alıp devam etti.
" Temkinli ol. Burdan geri dönüş yok hera... herayı kaldığı yerde bırakıp holofirayı yaşatman gerekiyor... unutma olduğun yeri güçlü kıl ki güç seninle var olsun...
burası günümüz değil,bunu sakın unutma... buranın şartlarına uyum sağlamaya çalış sakın ölme..." diyip duraksadı bakışları yere inip tekrar gözlerime değdi " eğer ölürsen tarihi büyük bi zaman boşluğuna osmanlı imparatorluğunuysa yıkıma itersin unutma ki osmanlı imparatorluğu donalımlı padişahları olduğu için bir imparatorluk oldu ve sen osmanlı imparatorluğunun üçüncü padişahını dünyaya getiren nilüfer sultansın... bildiğimiz tarihe yön verebiliriz ama tarihin seyri değirse bilmediğimiz bir tarihin kanlı kollarında can veririz ve can veren tek biz olmayız... Bu yüzden sakın ölme gelecekteyken geçmiş bize emaneti... geçmişteyken se gelecek bize emanet hera..."
olduğum yerde öylece kaldım...
Bazen insanların öğrenmesi gereken bir şeyler olur. Bazı şeyler vardır ki öğrendiğin zaman sevinçten göklere çıkarırken bir diğeri senin ayaklarının altından yeri kaydırır ve dizlerinin üstüne çökmene sebep olur... öğrendiklerim karşısında çökersem eğer çöken tek şey ben olmayacaktım benimle beraber bir devlet... bir millet... bin yıl çökecekti ...iki saat sonra
Kıyafetlerimizi değiştirirken vucudumun bi çok yerinde morluklar olduğunu gördüm ne olmuştu buralara böyle diye düşünerek morluklara bakıyordum ki tanya girdi söze " şovalyelerin işi" dedi.
"Efendim" dedim dediğini anlamadığım için başımı ona doğru çevirdim tanya devam etti .
" Babanızın isteklerini yerine getirmediğinizde sizi odanıza kapatır aylarca çıkarmaz.
Tabi sizi de buna karşı çıkarsınız bu nedenle şovalyeler sizi odanıza zorla götürürken biraz hırpalarlar. " anlaşılan holofira aile konusunda hera kadar şanslı değildi bunu ayrıntıkarını öğrenmem lazımdı tekrar tanyaya döndüm.
" Anlatsana biraz nasıl insanlar onlar yani benim ailem.." yani holofiranın ailesi..
"İlk olarak şunu söylemeliyim ki tam bir türk düşmanıdır eğer burada türklerin yanında olduğumuzu öğrenirse kıyameti koparır , dürüst olmam gerekirse babanız..."dedi ve durdu tereddüt ettiği birşeyler olmalıydı elimi omzuna koyup
" korkma tanya bana olan dürüstlüğün şuan çok önemli o yüzden herşeyi en dürüst şekilde hiç korkmadan anlat" yerde ki gözlerini gözlerime dikip devam etti.
"Sizin babanız elli kanlı bir katil... siz onun ikinci eşi kraliçe loranın kızısınız... anneniz..." dedi ve tekrar duraksadı omzunda ki elimi güven vermek isrecesine sıktım...
" devam ett" dedim.
" Anneniz kraliçe lorayı... onu... babanız öldürdü. şimdi ise ilk eşi kraliçe sofia ve üvey kardeşleriniz prenses losi , prenses lisa ve prens talk ile saddet sürüyor..valideniz kıralice lora ile bir çıkar ilşkisi olduğu için evlendi ve artık onunla işi bittiğinde annenizi sizin gözünüzün önünde... katletti ..." dediğinde elimi kaldırıp durmasını işaret ettim.
Dolan gözlerimden yaşlar birer birer akarken yüreğimin acıdığını hissetim.
Ben holofira değildim ama böyle bir acıyı hissetmek için holofira olmama gerek yoktu, kalbi olan herkes bunu hisseder bu acıyı her zerresinde yaşardı. Ağlayışım içimi çeke çeke hıçrmaya kadar uzanırken tanya bana sarıldı o da ağlıyordu . Herşey için ağlıyordum sadece holofira için değil hera için de ağlıyodum bir kaç saat önce duyduklarım içinde . Ben babamın biricik mis kokulu prensesiydim. Elleri kanlı bir tekfurun kız prenses holofira değil... belkide bu yüzden buradaydım holofira kendi babasına kıyıp intikam alamazdı, babasına rağmen orhanı seçemezdi belki ama ben.. ben bunu yapabilirdim bu kadar gücüm varmıydı bilmiyorudum ama burda olmamın bir sebebi olmalıydı . Hayatta kalıp tarihin akışında bir değişiklik yaratmamam lazımdı. Madem hayat bana nefes alabilmem için nilüfer sultan olmayı sunmuştu o zaman bende olacaktım. Ben hera öztürk... orhan gazinin büyük aşkı ve osmanlı imparatorluğunun valideyi nilüfer sultanı olmayı kabul ediyordum... eyüp hocanın da dediği gibi güç.. benimle var olacaktı..Merhabalarr 3.bölümümüz de geldi umarım beğenirsiniz
eğer beğenirseniz beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayı unutmayyın lütfen
eksik ve yanlışlarım varsa üzgünüm her gün bölüm atmaya çalışıyorum
kendinize dikkat edin sizleri
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bin devrin sultanı
Fiksi SejarahHayatının kendisinin merakı yüzünden hareketliliğinden yorulmuş olan fakat yine de merakına yenik düşen. Bu merakı sonucu tarihte Osmanlı imparatorluğuna yolculuk yapan ve orada bir çok problemle ile karşı karşıya kalan. Şüphesiz bu problemlerin e...